top of page

Arama Sonuçları

"" için 22 öge bulundu

  • Çoklu Krizler Çağında Genç Olmak: Güvencesizleşme, Demokrasisizleşme, Yalnızlaşma

    İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Çoklu Krizler Çağında Genç Olmak: Güvencesizleşme, Demokrasisizleşme, Yalnızlaşma teması altında 10 Haziran Cumartesi 2023 tarihinde gerçekleştirilecek Gençlik Araştırmaları Ulusal Konferansı programı belli oldu. Konferans Düzenleme Kurulu’nun yayınladığı konferans programını aşağıda bulabilirsiniz: Gençlik Araştırmaları Ulusal Konferansı Çoklu Krizler Çağında Genç Olmak: Güvencesizleşme, Demokrasisizleşme, Yalnızlaşma İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi 10 Haziran 2023, Cumartesi Konferans Mekanı: MSGSÜ Sosyoloji Bölümü Cumhuriyet Mah. Silahşör Cad. No:89 Bomonti Program 10:00 - 11:00 — Açılış ve keynote speech Prof. Jacqueline Kennelly (Carleton Üniversitesi, Sosyoloji ve Antropoloji Bölümü) Oturum I: 11:00 - 12:30 Moderatör: Prof. Dr. Derya Fırat (MSGSÜ – Sosyoloji Bölümü) Türkiye’de Prekaryalaşma ve Gençlik İlişkisi: Akışkan ve Çoklu Bir Teserakt, Alphan Telek Gençlerin Gelecek Tahayyülü Olarak Çalışma: Bir Anlam Kaybı Deneyimi, Ayça Yılmaz Deniz Gençlerin Barınma ve Konut Sorunu: Çözüme Yönelik Tartışmalar, Esra Varhan Oturum II: 13:30 - 15:00 Moderatör: Prof. Dr. Demet Lüküslü (Yeditepe Ü. – Sosyoloji Bölümü) Beliren Yetişkinlikte Toplumsal ve Siyasi Katılım ile Kimlik Gelişimi Arasındaki İlişki, Gülşah Sevinç, Tülin Şener (Doç. Dr., Ankara Üniversitesi) Gençlik Sivil Toplum Örgütlerinin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Bakışı: İstanbul Sözleşmesi Örneği, Özge Öz Döm & Sezin Şentürk Artvin Yusufeli̇ Barajı Ve Yeni̇ Yerleşi̇m Alanı İlçe Taşınma Süreci̇nde Genç Akti̇vi̇zmi̇, Esra Ğayretli Oturum III: 15:30 - 17:00 Moderatör: Doç. Dr. Hakan Yücel (GSÜ – Siyaset Bilimi Bölümü) Beklemenin Mekansallığı Toplumsal Yeniden Üretim Krizinde Toplumsal Cinsiyetleştirilmiş Genç Yanıtlar, Hilal Kara Şiddetten Güvencesizliğe Dezavantajlı Gençlerin Barış Yoksunluğu: Gazi Mahallesi Örneği, Mehmet İlhanlı Aynı Mahallenin Çocuğu Olmak: Ortaklıklar, Ayrışmalar, Kaygılar, Öznur Aydın

  • Türkiye’nin ‘yeraltı’nda kalan fanzinleri

    Hüseyin Serbes yakın zamanda Fotokopiden Dijitale Yeraltı Yayıncılığı: Türkiye’de Fanzin Altkültürünün Soykütüksel Çözümlemesi başlıklı doktora tezini tamamladı.  Doktora tezindeki görsellerden yola çıkarak bir sergi hazırladı ve bu sergiyi 10-12 Mayıs’ta Viyana’da Art Book & Zine Fair 2024 kapsamında sergiledi ve bir de sunum yaptı. Ayrıca doktora araştırması sırasında Londra’da araştırma fırsatı buldu. İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi olarak Hüseyin Serbes ile Türkiye’de fanzin alt kültürü ve alt kültür araştırmalarında yöntem konusunu tartıştığımız söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşi: Demet Lüküslü Mayıs 2024 Türkiye’de gelişmekte olan bir gençlik araştırmaları literatürü var. Ancak bu literatür içinde gençlik alt kültürleri çalışmaları oldukça sınırlı bir yere sahip. Oysa ki 1970’li yıllarda İngiliz Birmingham Okulunun öncü isimlerinin gençlik altkültürleri çalışmaları, gençlik araştırmaları için önemli bir dönüm noktasını oluşturmuştu. Stuart Hall, Dick Hebdige, Paul Willis gibi Birmingham Okulunun öncü isimleri gençlik alt kültürleri üzerine çığır açıcı çalışmalar yapıp direnişin izlerini bu alt kültürler üzerinden sürmüşlerdi. Hüseyin Serbes’in doktora tezi de bu anlamda 1980 sonrası dönemin gençlik altkültürleri üzerinden okunmasını sağlarken 12 Eylül sonrası döneme farklı bir şekilde bakılmasını da sağlıyor. Doktora tezinizin hikayesinden biraz bahsedebilir miyiz? Fanzinler üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz? Fanzinlerin ana akım mecralardansa kendi hayranlıklarını oluşturan konu dizinlerinde kısıtlı çevrelerdeki yayınlar olduğunu hatırlatarak başlayalım. Teorik okumalarda arka planlarında önceki yüzyıllardan kalma Dadaist, Sürrealist ve Sitüasyonist sanatçılara dek uzandığını görebiliyoruz. Hatta Martin Luther’in 1517 yılında yayınladığı ‘doksan beş tezi’nin bir fanzin olmadığını kim iddia edebilir? Dolayısıyla, oldukça net olmayan çizgilere sahibiz. Ancak bilimkurgu hayranlarının ilk örneklerini yaydığı 1930’lardan günümüze Beatnik’lerden Sovyetler Birliği’nde yayılan samizdat’lara çevremiz geniş olsa da, ben çalışmamda 1970’lerdeki punk hareketini esas aldım. Bunda etkili olan biraz da kişisel ilgi alanım olsa da, fanzinlerin ‘asıl’ kimliklerine punk kültürü ile ulaştıklarına inanıyorum. Fanzinlerle olan temasım, doksanlı yılların sonlarına doğru İngilizce lise hazırlık sınıfındaki kitaplara erişmeye çalıştığım ‘pasajlar’ aracılığıyla oldu. Bu pasajlarda gördüğüm ‘fotokopiden dergiler’ nefesimi kesmiş, artık birçoğunun birer takipçisi olmuş, hatta fanzinlerdeki ‘herkes kendi fanzinini çıkarsın’ şeklindeki çağrılara cevap vererek kendi fotokopiden dergilerimi çıkararak ‘fanzinci’ olmuştum. Asi ve şık isyanlarını, punk’ın görsel stratejileri ile birleştiren bu dergilerden oluşan kişisel koleksiyonumla ilgili çalışmalar yapma isteğim sürekli zihnimi kurcalıyordu. ‘Wittgenstein ve Bahtin gibi akademinin soğuk koridorlarından bir kır evine kaçma isteğinin ağır bastığı’(1) bir lisansüstü dersinde fanzinler konusunda beni tez yazmaya yüreklendiren ve danışmanım olmayı kabul eden Mehmet Güzel hocam ile tez komitesinde yer alan Meltem Gönden ve Bülent Kabaş hocalarımın yerinde yönlendirmeleriyle fanzinleri birer doktora nesnesi yapmaya karar verdim. Ancak ‘içeriden’ bir araştırmacı olmakla teorik okumaları birleştirmek hiç kolay olmadı. Çünkü ortada varlıklarını ‘anonim’ olmalarına borçlu olan, tarihleri ve sayfaları belli olmayan bir yığın fotokopiden dergi vardı elimde. İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi’nde gençlik araştırmalarında yönteme kafa yorulmasına da önem veriyoruz. Siz de doktora tezinizde yaratıcı bir yöntem kullandınız. Biraz bu yöntemden bahseder misiniz? Araştırmanın kendisi ‘keşif’ dolu bir yolculuk olduğundan nitel araştırma yöntemleri benim için oldukça yol gösterici oldu. Sahaya ‘tabula rasa’ olarak çıkmadım elbette ancak sorularım vardı ve bu sorulara cevaplar aradım. Görebildiğim kadarıyla, eksiklikleri not almaya çalıştım ve böylece ‘çoklu yöntem’ kullanmanın daha geçerli ve güvenilir olduğuna ikna oldum.(2) Öncelikle, araştırma sorularıma paralel olarak elimdeki fanzinlerin sayısını düşürdüm. Bu kısıtlamayı yaparken punk altkültürünün görsel mirasını kullanan yayınları seçtim. Binin üzerinde fanzini incelesem de, çalışmaya doksan dokuz tekil fanzini dahil ettim. Bu fanzinlerin ediniliş biçimleri de benim için önemliydi ve zaman içerisinde fanzin ve punk etiğine uygun olarak ‘takas’ (trade) sonucu ulaştığım fanzinler olduğunu özellikle belirtmeliyim. İlk öncelikle, doküman analizi yaptım. Bu analiz, 1991 yılındaki ‘Mondo Trasho’ dergisinden günümüze elde ettiğim fanzinlere ek olarak dijital fanzinler (webzine’ler ya da e-zine’ler) el ilanları, posterler ve afişleri de kapsıyor. Görsel ve grafik dilinden sahip olduğu bilinçli politik ve kültürel hareketlere özgür bir alanı keşfetme arzusu ile Chris Atton’ın önerdiği tipolojik bir analiz çerçeveye sadık kalarak Habermas ve Karl-Otto Apel’in benimsediği “eleştirel hermeneutik” yaklaşımından yararlandım. Atton’ın kavramsal setlerindeki bağlamlar, fanzinlerden elde edilen bulguları tematik bir analiz sürecine götürmüştür.(3) Ancak sadece fanzinleri incelemek, yeterli olmayacaktı. Bu nedenle, saha çalışması da yürüttüm. İlk öncelikle, alana ‘katılımcı gözlem’(4) yapabilmek adına bir fanzin çıkararak giriş yaptım. Evet, çok daha önceden başlamıştım fanzin çıkarmaya ama bu kez bir başka gözle bakarak eylemsellik ve alana giriş amacıyla çıkardım fanzinimi. Bu fanzini çıkarırken ve dağıtırken süreçleri ve ilişkileri not aldım. Fanzini üretmek ve sonrasında kimi gözlemler için Robert Bogdan’ın tabiriyle “insan arasına dalmak”, doğal ve kayıt altına alınan süreçlerin ayrı bir okumasını da mümkün kıldı. Buna ek olarak, otuz fanzin sanatçısı ile derinlemesine ve odak grup görüşmeleri yürüttüm. Bu görüşmeler, oldukça nitelikli zaman geçirmeme öncülük etti. Çünkü her bir görüşmede, not aldığım defterde mutlaka şarkı, albüm, film, kitap gibi birçok ismi kaydediyor ve Dostoyevski’nin tabiriyle “ruhumda cinayet işlemiş gibi ağırlıkla” o geceyi geçiriyordum. Görüşmelerden elde ettiğim notları, yöntem içine birer günlük kaydı olarak aktardım ki Susan Sontag, bunu “günlükler bir yazarın ruhunun atölyesini gösterir” diye açıklar. Ben, yöntem bölümünde ruhumun atölyesine yer açmak istedim. Bilinsin istedim ki, burada yaşanılanlar oldukça kapsamlı bir sosyoloji barındırıyor. Türkiye’deki fanzin alt kültürünü nasıl tanımlarsınız. Yurtdışındaki örneklerden nasıl farklılıkları var? 1970’lerden bu yana Birleşik Krallık’taki punk sahnesine tasarımdan söz yazarlığına kadar birçok alanda katkıda bulunmuş Bernard Rhodes, punk’ın kökeninde 1975’teki işsizliğin ve beraberinde gelişen kaosun yattığını söyler. Ben her ne kadar önceki okumaları ve esin kaynaklarını da yansıtmaya çalışsam da, fanzin altkültürü için kesin bir çizgiyi punk’la çiziyorum. Öncelikle, New York’la başladım. Buradaki Aşağı Doğu Yakası, ekonomik anlamda çöküşün hızla yaşandığı buna rağmen gençlik kültürlerinin gürül gürül akarak kamusal alanı işgal ettiği bir yer: CBGB olarak bilinen ve harekete yön veren kulüp buradadır; yine The Velvet Underground, burada doğacaktır. Ramones’un Londra’da bir konsere katılmasıyla, Birleşik Krallık’taki punk sahnesi filizlenmiştir ki ilk ve en sert fanzinlerden Sniffin’ Glue’nun bir Ramones parçasından ilham alındığının altını çizmek gerekir. Bu derginin editörü Mark Perry, bir Noel hediyesi olan daktilosu ile okuduğu dergilerde aradığını bulamadığından bir fanzin üretir. New York’taki sanat akımlarından doğan fanzinlere karşı sert bir tavırla ayrılan Londra üretimli fanzinlerin çağrısı nettir: ‘Herkes her şeyi yapabilir’. Böylece, bir altkültürün doğuşuna tanıklık ederiz. Altkültür derken süreklilik taşıyan bir kültürden bahsediyorum ki bugün bile üretilenlere bakıldığında literatürün nasıl dolu olduğunu görebiliriz. Bu olanlardan kabaca on yıl sonra, Türkiye’de punk’ın görünür olduğuna değinmeliyiz. Bugünden geçmişe baktığımızda zaman zaman parlayan ve ‘ayak bağı’ olabilmeyi başarabilen bir kültürle karşı karşıyayız. Neticede, bir gençlik kültüründen bahsediyoruz. Ancak, toplumsal, ekonomik ve politik bağlamda yaşamaları daha zorlu olmuştur haliyle. Ana akıma bulaşmış her bir öğenin halini düşlediğimizde, altkültürlerin varoluşunun ne denli önemli olduğunu görürüz. Türkiye’deki fanzin bilincini birçok araştırmacı ve fanzinci Mondo Trasho ve Laneth ile başladığını ele alır. Tabii ki, bunlar ilk fanzinler değildir. Hatta Mondo Trasho’nun yaratıcısı Esat C. Başak(5), her görüşmemizde ‘fotokopiden dergi’ kavramsallaştırmasına dikkat çekmiştir. Haliyle, tek bir şeyin fan’ı değildir Mondo Trasho. Laneth ise üç sayı çıkardıktan sonra binlerce satan ve formatıyla farklılaşan bir dergiye dönüşür. Ben, daha çok ‘yeraltı’nda kalan fanzinlerle ilgilendim. Bu yayınlarda Mondo Trasho’nun etkisi inkar edilemez. Zaten birçok fanzinci ‘ilk kez Mondo Trasho ile karşılaştığımda nefesim kesilmişti’ diyerek ilham perilerine gönderme yapar. İki derginin de ilk çıkışı 1991 Mayıs’a rastlar. 1980’li yıllardaki darbe süreci ile gelişen ve tek düze bir biçimde disiplinize eden toplumsal anlayışın karşısında bir varoluş savaşı verildiği dönemler olduğunu hatırlatarak devam edelim. Doksanlı yıllarda çıkan ilk örneklerle erken dönem Birleşik Krallık fanzinlerinde görsel stratejiler benzerdir aslında. Dil, serttir. Kopyala-yapıştır gibi son derece ‘do-it-yourself’ ve punk estetiğinin biçimsel tarafı vardır. Üreticiler, kısıtlı punk sahnesinin farklı üyeleridir. Doksan sonlarıyla beraber dizgide bilgisayar teknolojileri görülür. 2000’lerde ise bilgisayar kullanılarak hazırlanan fanzinler çoğunluktadır. Bu süreçte web-zine’ler de görülmeye başlanır. Edebiyat fanzinlerinin daha sık görülmeye başladığı son dönemde açıkçası fanzinler, asıl kimliklerinden uzaklaşmaya da başlamışlardır. Burada sıkı bir şekilde fanzin etiğine bağlı kalanların hakkını teslim etmekle beraber, gözlemlerim bu tür edebiyat içeriklerinde fotokopinin bir silah değil bir ucuz teknik olarak kullanılmasına yöneliktir. Oysa, Londra’da üretilen fanzinler, bir dergi bile değildi ama olağanüstü bir silahlanma çağrısıydı. Türkiye’deki politik iklimin fanzinlerdeki oto-sansürü daha çok gün yüzüne çıkardığına da şahitlik ediyoruz. Burada ülke gerçekleri devreye giriyor. Bu durum, birçok fanzinin dilini daha düzgün kullanmasına neden oluyor ki bu fanzinlerin kendi gerçekliklerinden uzaklaşmaları anlamına geliyor. Pandemi süreciyle birlikte fanzin çıkarmanın ekonomik maliyeti oldukça arttığından basılı işlerin azaldığına tanıklık ediyoruz. Bunu, ‘post-fotokopi’ dönemi olarak adlandırdım tezimde. Yine de söyleyecek söz olduğu sürece, fanzinciler mecra bulmakta zorlanmayacaklar. Doktora araştırmanız sırasında İngiltere’de de bulundunuz. Bu araştırma gezinizden biraz bahsedebilir misiniz? Araştırmamı Londra’da sürdürmek, literatür çalışmalarını ve yöntemsel izleğimi daha da güçlü kılabilmek adına en büyük arzularımdandı. Bunu TÜBİTAK 2214-A Yurtdışı Doktora Sırası Araştırma Burs Programı sayesinde aldığım desteklerle gerçekleştirdim. University of the Arts’a ait London College of Communication’da Dr. Russ Bestley’in danışmanlığında geçirdiğim sürede kent benim için bir laboratuvara dönüşmüştür ve buradan aldığım cesaret, verimli bir tez yazma süreci geçirmeme olanak tanımıştır. Öncelikle, bulunduğum üniversitede özel bir arşivde bulunma şansına eriştim. Burada görevli olan Blanca Garcia Paja, bana her gün özel kutularda hoşuma gidebilecek ve araştırmama yön gösterebilecek fanzinler getirdi. Günlerim, bu fanzinlerle geçti ve tıpkı Bachelard’ın sözünü ettiği gibi “gerçek ve düş aynı birimin içindeydi”. Çünkü, fanzinleri toplamaya başladığım ilk günlerden bu yana benim için Birleşik Krallık’ta üretilen fanzinler gerek tasarım biçimleri gerekse de sert ve sarkastik dilleriyle çok özel bir konumda yer almışlardır. Bunlara dokunabilmek, ilk kopyalarına erişebilmek ancak tutkunların anlayabileceği türden bir hazza eşit. Punk grubu The Clash’in “illegal dansların ülkesi” olarak tanımladığı İngiltere, sadece kütüphaneleriyle değil sokakları ve mekanlarıyla da tezime ilham kattı. Soho’dan King’s Road’a punk’ın ve fanzin kültürünün filizlenerek karargaha dönüştüğü butiklerden konser kulüplerine birçok yeri eştim. Mesela beni çok etkileyen bir tasarımcı Jamie Reid’in işlerini görebilmek için bir enstitüye gittiğimde yaşadığım heyecan tarifsizdi. Punk’ın tasarım ve görsel algısına keskin bir çizgi çekmiş bir sanatçı Reid’in öyküsünü ve buradan edindiklerimi literatür bölümündeki tartışmalara ekledim. Aynı zamanda çektiğim fotoğrafları da tez içerisinde kullanabilmem bana özgür bir alan doğurdu. Stuart Hall’un “yaşayan arşivler” kavramsallaştırması oldukça kıymetlidir ki buralar hakikaten de yaşayan, üzerine tartışmalar yapılan minör yerler. Buralardaki işler ne kadar eski olsalar da karşısındaki için yeniden doğuşu temsil ederler. Çok yakın zamanda Viyana’da fuardaydınız. Doktora tezinizdeki görsellerin bir kısmını sergilediniz ve bir sunum yaptınız. Bize biraz bu fuardan bahsedebilir misiniz? Fanzinler, ‘kendin-yap’ yayıncılığın doğası gereğince insanların üretimlerini birer atölye şeklinde sunmalarına imkan veren fenomenler olduğunda daha da anlamlı hale geliyor. Viyana’da düzenlenen Fanzineist Vienna Art Book & Zine Fair 2024, 30 ülkeden 128 katılımcı ile gerçekleşen ve üç gün süren bir etkinlikti. Burada her yerden gelen sanatçılar kendi işlerini sergileme fırsatı buluyor. Doktora tez görüşmelerimde derinlemesine görüşme yaptığım sanatçılardan Deniz Beşer’in önerisi ve desteğiyle Viyana Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde hem tezimi sunma fırsatı yakaladım hem de tezimden oluşturduğum art work’lerimi sergileme şansına eriştim. Üretim aşkıyla dolu insanlarla tanışmak, obsesif tutkulardan doğan fanzinleri keşfetmek ve böylesine güzel bir ortamda bulunmak benim için oldukça güzel oldu. Viyana’daki bu ikonografik üniversitenin duvarlarına Türkiye’nin ilk fanzinlerinden sayfaları asmak, benim için bir selam ve teşekkür niteliği taşıyordu. Ne de olsa, bu fanzinler bana karşı-kültürel bir alan açmada çok cüretkar davranmıştır. HÜSEYİN SERBES HAKKINDA: Hüseyin Serbes doktora tezini 'Fotokopiden Dijitale Yeraltı Yayıncılığı' alt başlığıyla Türkiye'de fanzin ve punk kültürüne adadı. Çalışmalarında punk etiğine sıkı sıkıya bağlı kalmaya özen gösteriyor. Araştırmaları gençlik [alt]kültürlerindeki radikal ve otonom medya deneyimlerine odaklanıyor. İlhamını punk, Dada ve Situasyonist fikirlerden, oto-etnografik teorilerden ve Stuart Hall'un “yaşayan arşivler” olarak adlandırdığı alanlardaki araştırmalardan alıyor. Bağımsız bir akademisyen olmanın yanı sıra, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda ders vermektedir. E-posta: hserbes@yahoo.com ORCID: 0000-0001-7913-6178 Dipnotlar (1) İfadeyi Terry Eagleton’dan ödünç alıyorum; bkz: [Eagleton, T. (2019). Azizler ve Âlimler (Çeviren: Osman Akınhay). Sel Yayıncılık]. (2) Yöntem bölümü üzerine düşünürken bana oldukça yardımcı olan ve ‘oto-etnografik’ bir çalışmada ısrarcı olan Dr. Meltem Gönden hocama müteşekkirim. Onun açtığı patikalarda ilerlemek benim için yazım sürecinde ‘yöntem’ bölümünü bir iç döküşe dönüştürdü. (3) Bu tipolojiyi Türkçe’ye kazandıran ve alternatif kavramlarla bu radikal medya biçimlerini tartışmaya açan Berrin Yanıkkaya ve Barış Çoban’a teşekkür ederim. Detaylı bilgi için bkz. [Yanıkkaya, B. & Çoban, B. (2014). Kendi Medyanı Yarat: Alternatif Kavramlar, Tartışmalar, Örnekler Cilt 1 ve Cilt 2. Kalkedon Yayınları]. (4) Katılımcı gözlem derken, Becker ve Geer’in önerdiği üzere (1957, s. 28) “belirli bir süre boyunca gözlemcinin incelenen insanların günlük yaşamına açıktan araştırmacı rolünde ya da örtülü bir şekilde katıldığı, olup bitenleri gözlemlediği, söylenenleri dinlediği ve insanları sorguladığı yöntem”den bahsediyorum. (5)  Tez görüşmelerimizi tamamladıktan sonra Esat C. Başak’ın ölüm haberini almak çok üzdü beni. Yaptığım bu tezi, Esat’a adadım. Yine bir yerlerde görüşeceğiz sevgili Esat. Bize kattıkların için sonsuz teşekkürler.

  • Patricia Loncle: ‘Gençlerin Ruh Sağlığı ve Esenliği Avrupa Kurumları için Öncelik Haline Geldi’

    İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi, Türkiye’de gençlik intiharları üzerine bir araştırma projesini yakın zaman öncesinde tamamladı ve halk sağlığı konularını gençlik çalışmalarıyla birlikte ele alarak tartışmanın önemini ve aciliyetini vurguladı. Merkez, 2024 yılının başından bu yana gençlik alanında çalışan araştırmacılar, akademisyenler, ve sivil toplum aktivistleri dahil olmak üzere çeşitli aktörlerin katkılarıyla hem konuyu kamusal olarak tartıştırmayı hem de “genç intiharlarını önlemek için ne yapmalı” sorusuna verilen yanıtları genişletmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, Merkezin kurucularından ve koordinatörlerinden Profesör Demet Lüküslü, Avrupa'da gençlik politikaları, gençlik çalışmaları ve halk sağlığı alanında uzman olan Profesör Patricia Loncle ile bir röportaj gerçekleştirdi. Söyleşi: Demet Lüküslü Nisan 2024 DL: Küresel ruh sağlığı krizininin boyutlarını ve etkilerini özellikle gençlerin deneyimlerine ve perspektiflerine odaklanarak anlamaya çalışıyoruz. Birçok gençlik araştırmacısı için, ruh sağlığı krizi etrafındaki tartışmalar ve ruh sağlığı krizinin bir halk sağlığı sorunu olarak tartışılması, ancak COVID-19 pandemisinden sonra gündeme gelmeye başlayan yeni konular. Ancak, siz bu konuyla daha uzun bir süredir ilgileniyorsunuz ve aslında  bir Halk Sağlığı Yüksek Okulu olan EHESP'de (Ecole des Hautes Etudes en Santé Publique) çalışıyorsunuz. Gençlik araştırmalarını halk sağlığıyla nasıl ilişkilendirmeye başladığınızı anlatabilir misiniz? PL: Gençlik ve sağlık konularını epey bir süredir birlikte ele alıyorum (yaklaşık 20 yıl). İlk başta, muhtemelen biraz eğretiydi, çünkü Halk Sağlığı Okulu'ndaydım ve araştırma konularımı Okulun ilgi alanlarıyla ilişkilendirmeye çalışıyordum. Sonra, gençlerin sağlığına duyulan endişenin giderek artmasıyla bu daha da açık hale geldi. Özellikle zaman içerisinde iki istikametin araştırmacılar, sağlık ve gençlik profesyonelleri, ve politika yapıcıları tarafından daha belirgin olarak geliştirildiğini söyleyebilirim: bir yandan, yerel politikalara (bilhassa benim araştırmalarımda) daha göze çarpan bir ilgiyle birlikte, gençlik, güvencesizlik, ve sağlık arasındaki bağlantıyla ilgili soruların sorulması; öte tarafta, gençlerin davranışlarına odaklanan, özellikle ürün tüketiminin etkilerine (özellikle alkol) dair sorular. Bu ikinci noktada, bu tür davranışların meydana getirdiği ahlaki panikler beni bilhassa ilgilendiriyordu. Ruh sağlığı sorunu genellikle ilk boyutla ilişkilendirildi ve Fransa'da 'Gençleri Karşılama ve Dinleme Noktaları’ ve ‘Ergen Evleri'nin oluşturulmasıyla (bundan 20 yıl önce) ortaya çıktığını söyleyebilirim. Bu hizmetlerin amacı, ruh sağlığı sorunları olan gençlere rehberlik ve/veya bakım sağlamaktı. Zamanla, araştırmalar bu hizmetlere ve özellikle kırsal gençler ve işçi sınıfından gençler gibi belirli genç grupların bu hizmetlere ulaşabilmesindeki zorluklara odaklanmaya başladı. DL: Türkiye'deki gençlerin intiharları konusunda çalışırken, Youth Partnership için hazırladığınız kısa yazıdan ilham aldık [link]. Avrupa gençlik politikaları konusundaki uzmanlığınızı biliyoruz, Avrupa'da ruh sağlığı ve gençlerin iyilik hali ile ilgili gençlik politikalarının gelişimi hakkında ne dersiniz? Avrupa devletleri ve Avrupa Komisyonu için bunun bir öncelik haline geldiğini düşünüyor musunuz? PL: Evet, gerçekten de, bence bu Avrupa kurumları için bir öncelik haline geldi. Bence bu, üç eşzamanlı hareketin sonucu: Fransa devletinin arzuladığı haliyle sosyal sorunların sterilizasyonu, COVID kriziyle birlikte pekiştirilmiştir; 2005'ten beri benimsenen bütünsel gençlik politikaları kavramıyla beraber, gençlik politikalarının transversal bir tanımını destekleyen söylemler ve girişimler, sağlık konularının (diğer konular arasında) gençlik meselelerine dahil edilmesini teşvik ediyor; Sağlık konularının siyasi olarak tarafsız bir algısı, ki bu tüm Avrupa ülkeleri tarafından paylaşılan bir yaklaşımı kolaylaştırıyor. DL: Son zamanlarda farklı araştırma projelerinde yeni araştırma metodolojileri ve teknikleri üzerine düşündüğünüzü biliyoruz. Gençlerin ruh sağlığı ve iyilik haliyle ilgili metodolojilere dair herhangi bir öneriniz var mı? PL: Bu konulara (gençlik alanındaki birçok diğer konu gibi) eylem araştırması yaklaşımlarının geliştirilmesinin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de, bir dizi araştırma çalışması göstermekte ki, gençlik sağlığı konuları, sorunların gençler veya yetişkinler tarafından tanımlanmasına bağlı olarak, çok farklı şekillerde formüle edilebiliyor. Formülasyonları karşılaştırdığımızda, yetişkinlerin önceki ahlaki paniklere dayanan, patolojiye dayalı yaklaşımları olduğunu, gençlerin ise daha küresel (sağlık ve yaşam koşullarını birleştirerek) yorumlar yaptığını, öte yandan her iki grubun da ürün tüketimi açısından daha az panikçi ve örneğin izolasyon veya ekoloji kaynaklı kaygı gibi fenomenlere daha fazla vurgu yaptığını fark ediyoruz. Bu nedenle, profesyonel ve siyasi inisiyatifleri en iyi şekilde gerçekleştirebilmek için doğrudan gençlerin kendi ifade ve anlatılarından yola çıkmak ve onlarla güven bağları kurmaya çalışmak temel öneme sahip. Söyleşinin İngilizce orijinaline ulaşmak için tıklayınız. Patricia Loncle, Fransa'nın Rennes kentinde Ulusal Halk Sağlığı Okulu'nda sosyoloji profesörü olarak görev yapmaktadır. Fransa’da 2009 yılında Sciences Po Paris'ten Sosyoloji alanında habilitasyon aldı. “Politiques de jeunesse, les enjeux de l’intégration” (Gençlik politikaları, entegrasyon zorlukları, Presses universitaires de Rennes, 2010) kitabının yazarı ve “Young People and the Struggle for Participation” (Gençler ve Katılım için Mücadele) adlı kitabın Andreas Walther, Axel Pohl ve Janet Batsleer ile birlikte editörüdür (Londra, Routledge, 2019). Araştırma alanları arasında gençlik politikaları (Avrupa, ulusal ve yerel düzeylerde) ve gençlik çalışmaları bulunmaktadır.

  • Young People, Radical Democracy and Community Development

    İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi koordinatörlerinden Demet Lüküslü’nün editörlerinden biri olduğu (Eds. Janet Batsleer, Harriet Rowley and Demet Lüküslü), ve Cihan Erdal’ın yazar olarak katkıda bulunduğu “Young People, Radical Democracy and Community Development” başlıklı önemli derleme Bristol University Press tarafından 2022 yılında yayımlanmıştı. Kitabın bir değerlendirmesi yakın zaman önce Jamie Gorman tarafından Community Development Journal'da (2024) yayımlandı. Tam incelemeyi okumak için linki ziyaret edebilirsiniz: https://academic.oup.com/cdj/advance-article-abstract/doi/10.1093/cdj/bsae007/7614411?redirectedFrom=fulltext Kitap hakkında daha fazla bilgi edinmek için Bristol Üniversitesi Yayınları web sitesini ziyaret edebilirsiniz: https://policy.bristoluniversitypress.co.uk/young-people-radical-democracy-and-community-development#

  • Araştırma Raporumuz Yayında:

    Türkiye’de Genç İntiharları: Farklı bir Dünya için Umut Yeşertirken Genç İntiharlarından Ders Almak İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi, 2023 Şubat ayından bu yana Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği'nin (FES) desteğiyle yürüttüğü araştırmanın sonucu olarak Türkiye’de Genç İntiharları raporunu ve Politika Önerilerini 18 Aralık Pazartesi saat 14.00’te düzenlediği bir toplantıyla kamuoyuna açıkladı. Prof. Dr. Demet Lüküslü ve Doç. Dr. Özlem Avcı Aksoy koordinatörlüğünde yürütülen ve Türkiye’de genç intiharları olgusunu odağına alan bu rapor, gençlerin genel iyi olma halini geliştirmeye ve onları güçlendirmeye yönelik gençlik politikalarının oluşturulması ve uygulanmasını gündeme taşımayı hedeflemektedir. İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi, gençlik araştırmalarına ve araştırma temelli uygulamalara (eğitimler, politika önerileri, danışmanlık hizmetleri) odaklanan bir merkezdir. Dolayısıyla genç intiharları bizler için olağanüstü önemli bir olgu ve bu konunun derinlikli bir şekilde analiz edilmesi elzem. Genç intiharları, gençlerin içinden geçtikleri kriz döneminde attığı çığlıktır. Herkesi bu çığlığa kulak vermeye, bu olguyu anlamaya ve açıklamaya çağırıyoruz. Sorunu ortaya koyalım ve en başta gençler olmak üzere tüm paydaşlarla intiharlara yol açan toplumsal sorunlara çözüm üretmek için tartışmaya başlayalım- bu raporun en önemli hedefi bu. İndirmek için aşağıdaki kutuya tıklayın Görüntülemek için aşağıdaki kutuya tıklayın Politika Önerileri: Genç İntiharlarını Önlemek İçin Neler Yapmalıyız? Araştırma raporuna eşlik eden öneriler kitapçığında sivil topluma, eğitim kurumlarına, kamu kuruluşlarına, siyasi partilere bazı tavsiyeler sunmaya çalıştık. Bu öneriler üzerine kolektif düşünme süreçlerinin çoğaltılıp geliştirilmesi ve önerilerin uygulamaya geçirilmesi bu raporun ve yaptığımız araştırmanın başlıca hedefidir. İndirmek için aşağıdaki kutuya tıklayın Görüntülemek için aşağıdaki kutuya tıklayın Aralık 2023 İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi

  • Rapor Lansmanı: Türkiye'de Genç İntiharları

    “Türkiye’de Genç İntiharları: Farklı bir Dünya için Umut Yeşertirken Genç İntiharlarından Ders Almak” raporunun lansmanına davetlisiniz! İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi, 2023 Şubat ayından bu yana Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği'nin (FES) desteğiyle yürüttüğü araştırmanın sonucu olarak Türkiye’de Genç İntiharları raporunu ve Politika Önerilerini 18 Aralık Pazartesi saat 14.00’te bir toplantıyla kamuoyuna açıklayacak. Türkiye’de genç intiharları olgusunu odağına alan bu rapor, gençlerin genel iyi olma halini geliştirmeye ve onları güçlendirmeye yönelik gençlik politikalarının oluşturulması ve uygulanmasını gündeme taşımayı hedeflemektedir. Proje koordinatörleri ve araştırmacılarının katılacağı lansmanda rapor sunumunun ardından politika önerilerinin tartışılacağı bir forum gerçekleşecektir.

  • Genç İntiharları: Farklı Bir Dünya İçin Umut Yeşertirken Genç İntiharlarından Ders Almak

    Başlama tarihi: Şubat 2023 Beklenen Bitiş tarihi: Kasım 2023 Genç İntiharları: Farklı Bir Dünya İçin Umut Yeşertirken Genç İntiharlarından Ders Almak, gençliğin uzadığı, kuşak çatışmasının derinleştiği, gençlerin ekonomik ve eğitimle ilgili sorunlarının arttığı, kurumsal siyasetle iletişiminin sorunlu olduğu, dolayısıyla gençlerin çoklu krizlerle karşı karşıya kaldığı günümüzde gençlerin intiharları ile yükselttiği çığlığa kulak ve anlam vermeyi; sorunu ortaya koymayı ve gençler başta olmak üzere paydaşlarla intiharlara yol açan toplumsal sorunların çözümünü tartışmayı hedefliyor. İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi’nin Friedrich Ebert Stiftung desteğiyle yürüttüğü proje, bilhassa 2013 sonrasında artan ve toplumsal görünürlülük kazanıp tartışılan ancak intiharların üzerinden süre geçtikten sonra “unutulan” ve üzerine düşünülmeyen genç intiharları konusunu derinlemesine, kalitatif bir araştırma ile ele alırken, Türkiye’nin kamusal ve siyasal ajandasına sebep ve sonuçlarıyla birlikte genç intiharları meselesinin ciddiye alınan ve önlemler alınması gereken politik bir mesele ve mücadele alanı olarak kavranmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Araştırma ekibi, Ernst Bloch’un Umut İlkesi çalışmasında da belirttiği üzere umut derken her şeyin iyi olacağına dair bir iyimserliği değil umudu yeşertmek için gösterilen kararlı bir irade ve azmi anlıyor, proje çerçevesindeki çalışmaları da bu temelde filizlendirmeyi önemsiyor. Proje Eş Koordinatörleri: Demet Lüküslü - Özlem Avcı Proje ekibi: Demet Lüküslü (Yeditepe Üniversitesi), Özlem Avcı (Uşak Üniversitesi), Derya Fırat (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi), Hakan Yücel (Galatasaray Üniversitesi), Begüm Uzun (MEF Üniversitesi), Cihan Erdal (Carleton Üniversitesi).

  • Prof. Dr. Demet Lüküslü: “Gençleri güçlendirecek politikalara ihtiyaç var”

    Genç intiharlarını Evrensel Gazetesi’’nden Eylem Nazlıer’e değerlendiren İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi Koordinatörler Kurulu üyesi, Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Demet Lüküslü: “Sorunlarla yalnız baş etmek zorunda kalan ve yaşadıklarını, ölüme giderken de olsa haykırmaya çalışan genç intiharıyla karşı karşıyayız.” İstanbul’da yaşayan 20 yaşındaki genç Kübra Ergin, bir mektup bırakarak hayatına son verdi. İntihar öncesi sosyal medya hesabında mektup paylaşan Ergin, “Yoruldum, gençliğimi çaldılar. Bir kadın olarak hiçbir zaman özgür hissetmedim. Bu ülkenin insanı yüzünden çocukluğumu yaşayamadım, gençliğimi yaşayamadım. Bir ders kitabı alıyorum 200 lira. Psikoloğa gidiyorum 1000 lira. Babam sabah dörtlerden akşam sekizlere kadar çalışıyor bizim için. Annem çalışıyor ama aldığı parayı biriktirse ölene kadar bir ev alamaz. Etek giyiyorum. Erkek kadın demeden herkes bana bakıyor. Beni unutmayın, ben çok acı çektim” diye yazdı. Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi de geçen yıl mezun olan Ergin’in ölümüne ilişkin taziye yayımladı. Yapılan açıklamada “2019-2022 yıllarında okulumuzda eğitim görmüş olan öğrencilerimizden Kübra Ergin’in vefatını derin bir üzüntü içinde öğrenmiş bulunmaktayız. Ayverdi ailesi olarak merhuma Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve sevdiklerine sabırlar dileriz” ifadelerine yer verildi. ‘Çoklu kriz ortamında genç olmanın zorlukları var’ Son yıllarda sıklaşan genç intiharlarına ilişkin Evrensel gazetesine değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Demet Lüküslü, “Tabii bireysel vakalardan bahsediyoruz. Çok daha karmaşık bir şekilde incelenmesi gerekiyor, sosyolojik anlamda da bize bir şeyler söylüyor bu genç intiharları” dedi. Kriz ya da toplumsal bunalım dönemlerinde intihar oranlarının artabileceğini veya tersine azalabileceğini söyleyen Lüküslü, “Burada bireysel vakalardan bahsediyoruz. Tek bir sebepten bahsetmiyoruz ama içinde yaşadığımız toplum ve o toplumdaki ortam tabii ki pek çok konuyu olduğu gibi intiharı da etkiliyor ya da işte risk faktörlerini daha arttırabiliyor, insanlar da umutsuzluğu daha çok arttırabiliyor gibi. Böyle baktığımızda çoklu kriz ortamında genç olmanın zorlukları var. Hem küresel ölçekte hem de Türkiye ölçeğinde” ifadelerini kullandı. Yaşadıkları zorluklar karşısında gençlerin başvurabilecekleri, destek alabilecekleri mekanizmaların da yetersiz olduğunu ifade eden Lüküslü, “Yalnız olma hissiyatı çok yüksek. Yani pek çok sorunla baş etmek zorunda olan gençler ve bu büyük sorunların karşısında da yalnız hisseden, güçsüz hisseden gençlerden bahsettiğimizi söylemek herhalde yanlış olmayacaktır” dedi. ‘Umut anahtar kelime’ Benzer pek çok örnekte umut kavramının anahtar bir kelime olarak geçtiğini ifade eden Lüküslü, “Gençlik üzerine çalışan pek çok kişide olduğu gibi, toplumsal hareketler üzerine yazanların dönüp dolaşıp geldikleri kavramlardan bir tanesi umut oluyor. Çünkü devam edebilmek için o umuda ihtiyacımız var. Ama aynı zamanda umutla beraber hayal kırıklıklarının daha ağır bastığı dönemlerde yaşıyoruz. Bu anlamda tabii ki 21. yüzyılda genç olmak çok zor ama çok bariz bir şekilde Türkiye’de daha da zor” dedi. Enes Kara’nın ölümüne de değinen Lüküslü, “Birbirinden farklılaşan örnekler var ama işte benzer bir örgü üzerinden konuşuyoruz aslında. Sorunlarla yalnız başına baş etmek zorunda kalan ve bir şekilde de yaşadıklarını, ölüme giderken de olsa haykırmaya çalışan genç intiharıyla karşı karşıyayız” diye açıkladı. ‘Seçim süresinde gençlik politikaları konuşulmadı’ İntiharların önlenmesi için destek hatlarının öneminin bir kez daha altını çizen Lüküslü, konunun daha derinlemesine incelendiğinde eşitsizliklerle de çok bağlantısı olduğuna dikkat çekti. Seçim sürecinde gençleri güçlendirecek ve kendilerini yalnız hissetmeyecekleri mekanizmalar kurmak üzerine gençlik politikalarının konuşulmadığını vurgulayan Lüküslü, “Bunlara ihtiyacımız var. Gençleri sadece ailelerine bıraktığımızda hem ailelerinin içinde ne kadar özgür olabildikleri hem de ailelerin yapabileceklerinin sınırlı olması gibi bir durum oluşuyor. Çünkü aileler arasında da ciddi sosyoekonomik farklılıklar var. Bu açıdan gençleri daha güçlü kılabilecek, daha eşitlik sağlayıcı gençlik politikaları üzerine düşünmeye ihtiyacımız var. Bu bütün intiharlar da aslında bir yandan da o eşitlik talebini de farklı eşitsizliklerle mücadele etmek zorunda kalan gençler örneğini de sanki gözümüzün önüne seriyorlar gibi gözüküyor” dedi. ‘Bu mektuplar üzerine düşünmemiz ve önlem almamız gerekiyor’ Gençler arasında aidiyet hissinin önemine de değinen Lüküslü, “Bir yere ait hissetmek, seviliyor hissetmek, güvende hissetmek… Bütün bunlar aslında genç kuşakla konuştuğunuzda sahip olmadıklarını söyledikleri şeyler. O yüzden gençlerin özgürce var olabilecekleri mekanlar arttırılabilir. Farklı etkinliklere ücretsiz ve eşit şekilde katılımlarının önündeki engelleri kaldırmak, kendilerini geliştirmenin sadece ekonomik gücü olanların değil, herkesin katılabileceği bir hale sokmak gibi yapılacak şeyler var” çağrısında bulundu. Her intihar vakası sonrası yaşanan üzüntünün ötesinde sorunu çözmek için adım atılması gerektiğini ifade eden Lüküslü, “Gençlik dediğimizde hep mitler üzerinden konuşuyoruz ama gençlerin sorunları nedir, bunları gençlerle beraber nasıl çözebiliriz konuşmuyoruz maalesef. Bu mektuplar üzerine düşünmemiz ve önlem almamız, dersler açmamız gerektiğini düşünüyorum” dedi.

  • Becoming a young woman through a feminist lens: young feminist women in Turkey

    Koordinatörler Kurulu Üyemiz Prof. Demet Lüküslü’nün “Becoming a young woman through a feminist lens: young feminist women in Turkey” başlıklı yeni makalesi Journal of Gender Studies’de yayımlandı. Lüküslü’nün çalışması Türkiye'de kendilerini feminist olarak tarifleyen 65 genç kadın üniversite öğrencisiyle (18-25 yaş aralığındaki) yapılan 15 odak grup görüşmesi sonuçlarına dayanıyor. Makale, feminist üniversite öğrencilerinin, tüm yaşamlarını Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri altında geçiren bir neslin üyeleri olarak, Türkiye'de cinsiyet rejiminin giderek gerilediği bir dönemde genç ve kadın olmanın zorluklarını nasıl ifade ettiklerini tartışıyor. Makale, Demet Lüküslü ve Ayşe Akalın'ın beraber yaptıkları ve SU GENDER tarafından verilen Şirin Tekeli Araştırma Ödülü'ne layık görülen araştırmanın bulgularına dayanmaktadır. Makalenin özeti ve tamamına ulaşmak için: https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/09589236.2023.2172556

  • I. Gençlik Araştırmaları Ulusal Konferansı bildiri başvurularını bekliyor

    İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi tarafından ilk kez düzenlenecek olan Gençlik Araştırmaları Ulusal Konferansı gençlik üzerine güncel araştırmalar yürüten Türkiye’den ve yurtdışından lisansüstü ve doktora sonrası araştırmacıları, sosyal bilimcileri ve sivil toplum aktivistlerini bir araya getirerek geniş bir akademik tartışma zemini sunmayı hedefliyor. İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi Çoklu Krizler Çağında Genç Olmak: Güvencesizleşme, Demokrasisizleşme, Yalnızlaşma teması altında gerçekleştirilecek Gençlik Araştırmaları Ulusal Konferansına bildiri sunumları için çağrıda bulunuyor. Başvuru ve konferans dili Türkçedir. Konferans hibrit bir formatta gerçekleşecek, İstanbul dışından konuşmacı ve konuklar çevrimiçi olarak katılabilecektir. Önemli Tarihler Bildiri Özetlerinin Son Gönderim Tarihi: 15 Mart 2023 Kabul Edilen Bildirilerin ve Programın İlanı: 7 Nisan 2023 Konferans hakkında detaylı bilgi ve bildiri çağrısına aşağıdan ulaşabilirsiniz.

  • ‘NEET’ Bir Kadın Meselesi:

    “NEET’in sadece eğitim ve istihdama bakarak anlaşılamayacağını iddia ediyoruz. Çünkü bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ürettiği bir sonuç” Söyleşi: Hande Büyüknisan Ocak 2023 Hande Büyüknisan: Genç yoksulluğunu nasıl tanımlarsınız, diğer veya genel yoksulluk tanımlarıyla bağlantısı nedir? Kezban Çelik: Genç yoksulluğu diye bir yoksulluk tanımı yok aslında. Yoksul olarak bile tanımlanamıyorlar. Yoksul dediğimiz şey küresel dünyanın tanımlarıyla, indirgemeci bir şekilde tanımlanıyor. Modern dünyada yoksulluk istihdama katılım biçimi ve eğitim üzerinden tanımlanıyor. Yoksulluk tanımı sürekli güncellenmesi gerekiyor. Bundan 10 yıl önce mesela internete erişim bir yoksulluk kriteri değildi ama bugün yoksulluk kriterlerine dahil edilebilir. Sabitlenmiş bir tanım değil. Yaşadığımız dönem ve yerde ortalama standartlara erişememe veya erişme güçlüğü diyebiliriz. Hem çok ideolojik ve politik, hem de sosyal değişime duyarlı. Genç yoksulluğu, genel olarak aileleri üzerinden ele alınan bir konu, gencin ailesinin konumu her ne ise öyle tanımlanıyor. Bourdieu’nun dediği gibi ‘Gençlik bir laf’ aslında, yani bize gencin ne olduğu söylenmiyor ne olmadığı söyleniyor. Ne olmadığının söylendiği yerde demografik ve sosyal bir kategori olarak var mı sorusunu yaratıyor. Sosyolojik çalışmalarda gençliğin sosyal bir kurgu olduğunu kabul ediyoruz. Yaşa bağlı tabakalaşmanın önemli bir tabakalaşma olduğunu ve sosyal olarak belirlendiğini iddia ediyoruz. Örneğin AB gençliği 15-29 yaş grubu olarak tanımlıyor. Ortalama ömür uzadığı için Japonya’da gençlik sınırı 34’e çekildi. Benim kişisel fikrim elbette demografik projeksiyonları dikkate alarak Türkiye’de de 30-35’e çekilecek bu sınır. Gençlik tanımındaki muğlaklığı yaratan ilk etken eğitim. Sanayi toplumunun aşılması ile, hizmet sektörünün genişlemeye başlamasıyla yani 1980 sonrası bilgiye dayalı işlerin oluşmasıyla sürekli olarak yüksek eğitimin önemi ve gerekliliği vurgulandı. Yüksek eğitimin iş piyasasında ve toplumsal yaşamda fark yaratacağı ve imtiyazlı bir sınıf olarak görülmesine bağlı olarak gün geçtikçe eğitim sürelerinin uzadığını görüyoruz. Türkiye’de 1960larda 5 yıl zorunlu eğitim süresi iken 2012’de 4+4+4 sistemiyle birlikte 12 yıla çıktığını görüyoruz. Eğitim süreleri uzadıkça gençliği öğrenci kategorisi olarak görüldüğünü görüyoruz. Yetişkin olmayı bir kazanım olarak sunan ve ekonomik bağımsızlıkla özdeşleştiren modern dünya çocuk işçiye bile işçi diyor ‘çocuk’ demiyor. O alanı işçileştirme, yetişkinlendirme modern dünyaya ait. Ücretli çalışma bir yetişkinlik vazifesi ve hakkı olarak tanımlanıyor. Bu tanım içerisinde de gençler yoksul olma hakkına bile sahip değiller. Ailenin ekonomik durumu üzerinden tanımlanıyorlar. Her zaman böyleydi aslında modern zamanlar öncesi de böyleydi. Fakat modern hayatta şöyle bir mitle tanıştık: eğitim üzerinden kuruldu. Eğitim ile aileden getirilen dezavantajın giderilebileceği söylendi. Modern dünya artık meritokratik olacak, becerilerimize ve yeteneklerimize göre bu dünyada yer alacağız dendi. Böylece eğitim zorunlu hale getirildi, çocuklar iş hayatından çekildi. Meritokratik anlayış, eğitimde kalınan sürenin uzamasıyla iş bölümünde daha iyi konumlara gelebileceğini söyledi. Öğrencinin yeteneğiyle, gayretiyle bunun mümkün olacağı, eğitim dışı dünyadaki eşitsizlikleri kaldırmada bunun çok önemli bir araç olarak sunuldu. Eş zamanlı olarak ulus devletlerin bu fikre sahip çıktığını, Türkiye’de ve dünyada neoliberal dönüşüme kadar zorunlu eğitim hatta yükseköğretim kamusal bir görev olarak görüldü. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kurulan bakanlıklardan biri Milli Eğitim Bakanlığı, ülkenin her yerinde aynı müfredatla çocukların eğitilmesini sağlamak amacıyla. Aynı sosyal ve ekonomik yapıdan gelmiyor olabilirsiniz ama herkese aynı eğitimi verip sonra hepinizi aynı sınavla seçeceğim dendi. Meritokratik anlayış sınıfsal eşitsizlikleri görünmez kılarak, yeni eşitsizlikleri eğitim üzerinden haklılaştırarak sundu. Eşitsizliği yapısal bağlarından kopararak sunuldu. Fakat yıllar içerisinde görüldü ki eğitim sınıfsal eşitsizlikleri yeniden üreten bir mekanizmaymış. Türkiye gibi aristokrasisi olmayan ülkelerde yukarı doğru bir hareketlilik olmadı diyemeyiz. Fakat özellikle 1980 sonrası kamusallığın geri çekilmeye başlamasıyla, özelleşmenin artması, kamunun üstlendiği sorumlukların özel sektöre devredilmesiyle eğitimin eşitsizlikleri giderme gücünün zayıfladığını görüyoruz. Küresel eğilimlere bakarsak genç yoksulluğunu belirleyen 2 faktör olduğunu görüyoruz: eğitime katılma düzeyi ve süresi, ailelerin sınıfsal arka planı. Gençlerin eğitime erişme güçlükleri, eriştikleri eğitimin türü ve eğitimde kalınan süre gibi 3 farklı kriter de bu yoksulluğu etkiliyor. Yani aile yoksulluğu ile eğitime katılma düzeyi ve süresi direkt olarak birbiriyle ilişkili. “Aile yoksulluğu genç kadınların yoksulluğunu erkeklerden daha fazla etkiliyor.” Hande Büyüknisan: Cinsiyet farklılığı genç yoksulluğunu nasıl etkiliyor? Kezban Çelik: Aile yoksulluğu gençlerin yaşam şanslarını ciddi oranda belirliyor, aynı zamanda gençleri cinsiyetlendiriyor. Aile yoksulluğu genç kadınların yoksulluğunu erkeklerden daha fazla etkiliyor. Yoksul ailelerden gelen kız çocuklarının eğitime gönderilme olasılığı daha düşük ve eğitimde kalma süreleri daha kısa. Genç kadın ve erkek yoksulluğunun buradan birikerek geldiğine dikkat çekmek istiyorum. Bir yandan aile koşullarının belirleyici olması diğer yandan kamunun bu eşitsizlikleri azaltmaya yarayacak araçları eskisi gibi kullanmaması ile artık daha fazla genç yoksulluğunu konuşmak gerekiyor. Sosyal eşitsizleri azaltmada kamunun üstlenmiş olduğu sorumlukların azalması yani kamusal destek mekanizmalarının yoksullaşması aile yoksulluğunu da beraberinde getiriyor. Bu iki yoksulluğun çakıştığı yerde genç yoksulluğu üretilmiş oluyor. İkisi de gencin dışındaki mekanizmalar, genci sorumlu tutamıyoruz. Fakat yeni dünya işsizi sorumlu tutan bir yer. Türkiye’de de özellikle son 10 yıldır kamusal irade ‘İşsizlik yok, iş beğenmeme’ var diyor. Burayı açıp şöyle diyebiliriz, evet beğenmiyorlar çünkü eğitime katılıp, uzun süre eğitimde kalıp sonra da istediği alanlarda çalışabileceğini düşünürken bu gerçekleşmiyor. Sanki uzun eğitim sürelerinde emek harcanmıyormuş, iş değilmiş gibi, eğitim kurumları ile iş yerleri çok benzer de Foucault’nun da dediği gibi, sınavlara hazırlanılan, performans gerektiren bir süreçten sonra vasfının altındaki işler gösterilip bakın iş var deniyor. Hem ailenin hem de kamunun kaynakları neden bunca sene eğitime harcandı öyleyse diye sormak lazım. Yoksulluğunun sorumlusu tutulmuyor ama işsizliğinden sorumlu tutuluyor gençler. Hande Büyüknisan: Dünyadaki genç yoksulluğu trendleri nelerdir, güncel olarak nasıl bir yönelim var? Türkiye bu trendle nasıl ilişkili? Kezban Çelik: Türkiye kendi dinamikleriyle bunları belirlemiyor, emeklilik yaşından tutun da zorunlu eğitime kadar dünya trendlerini takip ediyor. İş piyasasının gençlikle bağının ilişkilendirilmesi trendlerini görüyoruz. Bahsettiğimiz genç de homojen bir şey değil; cinsiyeti, cinsel yönelimi, toplumsal sınıfı, etnisitesi, farklı coğrafyalarda yaşayanları var. Türkiye’de farklı kurumlar farklı gençlik tanımı ve yaş grubunu ele alıyor. Gençlik Bakanlığı AB’nin tanımını kullanıyor. TÜİK BM’nin. 15-18 yaş arası tanımını kullanıyor ancak çok gri bir bölge aslında, bu yaş grubunun çocuk olarak tanımlanması gerekiyor, 18 yaş altını konuşmamız gerekiyor. Çocuk evlilikleri, çocuk işçi konusunda da grilik yaratıyor. Bu keyfiyetlikten vazgeçilmesi gerekiyor. NEET grubunu da 15-19 yaş arasında görüyor ve buradan takip ediyor Türkiye. Tam bir yaşa dayalı sabitlemesi kategorisi zor. Gençlik Bakanlığı 15-29’u kullanıyor ancak anne veya evli genç kadınları düşünerek burayı daha önemsiz ya da kültürel bir kategoriymiş gibi gösteriyor. Yalnızca Türkiye değil genel olarak böyle yapılıyor dünyada. Sorumluluğu aileye yıkmak, eğitim sürelerini uzatmak neoliberal dünya için gayet pragmatik görünüyor. Hande Büyüknisan: Eğitim seviyesi arttıkça genç yoksulluğu oranının azaldığı görülmekle birlikte istihdamda yer almanın yoksulluktan kurtulmaya yetmediğini biliyoruz. Bu bağlamda beyaz yakalı yoksulluğu diye bir şeyden bahsedebilir miyiz? Kezban Çelik: ‘Çalışan yoksul’ kavramı çok önemli. Neoliberal dünyada iş olsun da nasıl olursa olsun anlayışını üretiyor. Çalışan yoksulluk en çok gençleri ilgilendiriyor. Henüz kendi ailelerini kurmamış oldukları öngörüsünden, deneyimsizliklerinden, işten çıkarılmanın kolay olmasından dolayı çalışan yoksulluğu en çok gençleri ilgilendiriyor. Gençlerin içerisinde de en çok yoksul aileden gelen gençleri ilgilendiriyor. Erken yetişkinlik diye bir kavram var gençlik sosyolojisinde. Genç işsizliğinin deneyimlenmesi iki örüntüyle gerçekleşiyor. İlki çocuk kategorisinde tanımlanan, okula devam edememiş veya bırakmış ve çoğunlukla da erkek gençlerin olduğu bir kategori. Bir erken yani zorunlu eğitimi tamamlamadan iş piyasasına katılmış olmak ki bu dediğim gibi erken yetişkinlik olarak tanımlanıyor. Diğeri de uzun eğitimini tamamlamış, çalışma hayatına katılması gereken ancak çalışma hayatında niteliklerine ve beklentilerine uygun bir iş bulamamış olanlar. Ona da geç yetişkinlik deniyor. Son dönemde özellikle ev genci diye bir kavram olmaya başladı. Bu da işte beklenen dönemde yetişkin olamamakla ilgili. Uzun eğitimini tamamladın artık okuldan işe, eğitimden çalışma hayatına geçiş yapacaksın çünkü gençlikle ilgili geçiş anlayışı bunu gerektiriyor. Okul bitti ne yapacak? İşte yüksek lisans yapacak, sertifika programlarına katılacak, dil öğrenecek… Bu da daha çok orta sınıf gençlerin deneyimi gibi görünüyor. Orta sınıf üniversite mezunu genç kadın ve erkeklerin. Her ikisinin de aslında, çünkü orada çok fark yok. Kadının istihdamı daha düşük evet, ama üniversite mezunu kadınların %75’i istihdam edilebiliyor. Çünkü yeni iş piyasası dediğimiz piyasa orta sınıf kadın emeğine daha sıcak bakıyor. “Kayıt dışı, emekli yoğun, uzun çalışma saatleri gerektiren işlerde sektöre dahil olduysanız artık o sektör sizin kaderiniz haline gelebiliyor. Birikimsel yoksulluk diyorum buna.” Çalışan yoksulluğu da en fazla gençleri ilgilendiren bir konu, çünkü hem erken yetişkinlik dediğimiz temel eğitimini tamamlamadan iş piyasasına giren gençlerin temel eğitimleri de olmadığı için tabii ki daha kayıt dışı sektörde daha geçici, sosyal koruma mekanizmalarının olmadığı işlere katılma olasılıklarının yüksek olduğu görülüyor. Ve bu da yine eğitim dolayımıyla haklılaştırılıyor. Düşük eğitimli gençlerin piyasada bu tür işlere erişimi doğal gibi karşılanıyor ve henüz yaşları da sigortalılık açısından da uygun değil, dolayısıyla kayıt dışı sektörde olma olasılıkları artıyor. Ve eş zamanlı olarak tabii Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmekte olan dünyada kayıt dışı çalışmanın arttığını görüyoruz. ILO verileri, Covid-19 salgını sonrası bunun daha da arttığına ilişkin veriler sunuyor. Ve bunların hepsi gençleri çok daha fazla etkiliyor, çünkü ilk defa iş piyasasına girdiğiniz yer, giriş biçiminiz ve dahil olduğunuz sektör yetişkinlik dönemimdeki yapabilirliklerinizi, haklarınızı, yükselme potansiyelinizi, ücretinizi etkiliyor. Yapılan çalışmaların hepsi bunu gösteriyor, yani siz kayıt dışı, emekli yoğun, uzun çalışma saatleri gerektiren işlerde sektöre dahil olduysanız artık o sektör sizin kaderiniz haline gelebiliyor. Ve birikimsel yoksulluk diyorum ben buna, yani yetişkinlik dönemindeki yoksulluğun biriktirildiği yerler haline geliyor. Diğeri, yani ertelendiğinde de yetişkin olmayı erteletiyor. Ve yetişkin olmayı ertelemek demek de birey olabilmemizi, özerk olabilmemizi, otonom olabilmemizi, bu dünyaya dair iddialarımızın olabilmesini, örgütlü olmaktan tut da demokrasiye katılmaya yeni fikirlere, yaratıcı olmaya kadar, o kadar olumsuz etkiler üretiyor ki… Yani kronolojik olarak beklenen yaşta iş hayatına geçiş yapamaması ekonomik olarak aileye bağımlılık üretiyor ve ekonomik bağımlılık sadece ekonomik bağımlılık olarak kalmıyor. Ailenin değerlerine, beklentilerine ve normallerine de bağımlı olmayı gerektiriyor. Türkiye’ye ve dünyaya baktığımızda çalışan yoksulluğu beyaz yakalıların konusu mu dersen ben ondan çok emin değilim. Evet çalışan yoksulluğu artıyor, Türkiye için de düşündüğümüzde ücretlilerin yarıdan fazlası asgari ücret ise bu böyle. Beyaz yaka için de bu şekilde ama en riskli grup yine de erken yetişkin olan grup, çünkü dediğim gibi yoksulluğun birikmesine yol açıyor. Erken yetişkin grubun bu noktada daha merkezi bir yerde olması gerekiyor, çünkü bu sosyal koruma sistemlerinin dışında bir yaşam kurmak demek çok belirsiz bir yaşam demek. Emeklilik sistemine dahil değilsin, sağlık sistemine dahil değilsin. Aslında erken yetişkinlik sadece iş piyasasına katılmakla olmuyor ki, evleniyor çocuk sahibi oluyor. Ondan sonra kendi ailesinden aldığı koşulları yeni üreteceği aileye de aktarma riski artıyor. Hande Büyüknisan: Bir kitap vardı “Nöbetleşe Yoksulluk” diye… Kezban Çelik: Evet, eski göçmenlerin yoksulluğu devredebilme şansları vardı ama böylesi bir durumda devredemiyor da. Aslına bakarsan bir miktar Suriyeli gençlere devredildiğini gösteriyor durum, özellikle de enformel sektör için. Tabii emek göçü değildi mültecilerin durumu ama artık 10 sene sonra emek göçüne dönüştü. Dolaysısıyla da yerli iş gücü piyasasında bir motivasyon krizi de üretilmiş oldu. Gerçekten de asgari ücretin altında, yoğun emek gerektiren, çok uzun saatler çalışma şeklinde olan işlere gençler eğer direnebiliyorlarsa ki direndikleri yer de işsizlik aslında... Başka bir yolu yok ya çalışan yoksul olacak ya işsiz olacak. Ama belli bir yaşa gelip işsiz olmanın bedeli de yani bu direnmenin maliyeti de yüksek. Bir seçim yapmak gerekiyor ve iki ucu da gençler açısından farklı dolayımlarla da olsa onları büyütmüyor, onların modern dünyanın kurduğu anlamda bağımsız, kendi kendine yeten, kendi kararlarını alabilen otonom bireyler olmalarını engelliyor. Hande Büyüknisan: Değinmek istediğim nokta var: NEET ile ilgili Türkiye için en azından o gruba dair bilgimiz yok aslında. Çalışmayan, okumayan, eğitim de olmayan ve çoğunlukla da kadın olduğundan bahsetmiştiniz bir çalışmanızda. Burada cinsiyet farklılıklarına da değinebiliriz. Bu konuda çok bir bilgimiz yok. Genç olarak bile tanımlamıyoruz, belki de görmediğimiz için kendi parasını kazanmadığı için…Siz ne söylemek istersiniz. Kezban Çelik: Gençlikte olduğu gibi aslında NEET de bir tanım vermiyor bize, nerede olmadıklarını söylüyor. İstihdamda değiller eğitimde değiller. Ne demek bu? Kavram da aslında muğlak bir kavram ve bile isteye işsiz dememek için bir torba, bir çuval… Ne olduğunu bilmediğin bir şeylerle mücadele edemezsin onunla ilgili politikalar belirleyemezsin, takip edemezsin. Yani bir şey yapmamanın aracı gibi geliyor. Bu kategorinin içine bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Kimlerden oluştuğunu. Mesela sanat faaliyetleriyle uğraşıp iş piyasasına katılmak istemeyen, evlenmiş çocuğunu büyütmek isteyen bir kadın, okulu terk etmiş okumaya devam etmek istemeyen bir kadın veya erkek. Burası aslında birçok şeyin atıldığı bir yer. Ama böyle daha ciddi anlamda baktığımızda da şöyle bir ayrımı çok kolay görüyoruz. Bu 1990’ların ortasında İngiltere’de üretilmiş bir kavram ve daha çok aslında 16-18 yaş arası zorunlu eğitimde olması gerekirken, eğitimde olmayan drop-outlar için üretilmiş bir kavram. Yani 18 yaşın altında çocuk, onlara işsiz diyemiyor, okuldan terk sonuçta. Yani ne yapacağını bilemediği bir kategori olarak ortaya çıkıyor. Gelişmiş dünya için bu istihdamda ve eğitimde olamama biraz erkeklerin meselesi gibi görünüyor. Gelişmekte olan dünyada daha çok bir kadın deneyimi gibi görüyor. Yani bu eğitimde ve istihdamda olmamayı kavram olarak önemli olduğunu düşünüyorum ama operasyonelize edilmemiş bir kavram. Operasyonelize edebilmemiz için de ayrı ayrı bu kategorileri görmemiz ve tanımlamamız gerekiyor. Mesela eğitimde ve istihdamda olmayan ev kadınları. Bu bir kategori. Ya da genç çocuk sahibi ev kadınları diye tanımlayabilirsek o zaman bunların neden eğitimde ve istihdamda olmadıklarına ilişkin meseleyi operasyonelize edebiliriz. Ne olmadıklarını söyleyebiliyoruz ne olmadıklarını söyleyebilmek de önemli ama ondan sonra ne yapacağımız buranın adını koymakla ilgili. Bu bir tercih gibi görünüyor, eğitimde değil istihdamda değil, paşa gönlü öyle istiyor? Öyle değil ama giremeyenler var, mutlaka girmek istemeyen de vardır. Biz aslında buranın bir kadın meselesi olduğunu ve bunun sadece eğitim ve istihdama bakarak anlaşılamayacağını iddia ediyoruz. Çünkü bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ürettiği bir sonuç. “Hem eğitim başarısızlığı hem istihdama katılım başarısızlığı bireyselleştirilemez. Bu tanımlamalar genci sorumlulaştırıyor ve kendilerini suçlu hissetmelerine sebebiyet veriyor.” Hande Büyüknisan: Yine neoliberal bağlamda kendi suçu aslında; kamusal eksiklikleri, toplumsal belli olmayışları kişisel suçmuş gibi gösterme var… Kezban Çelik: Evet evet, tercihmiş gibi. Individualization of responsibility (sorumluluğun kişiselleştirilmesi) denilen olay bu. Sorumluluğun bireyselleştirilmesi aslında bu eğitimde ve istihdamda olmama halini bireyselleştiriyor. Ama bu bireysel bir mesele değil, en başta konuştuğumuz gibi eğitime katılma, nerede katılabildiğin, ne kadar eğitim alabildiğin, akademik olarak başarılı olma... Bunlar o kadar aileye bağlı ki… Bütün o seçme sınavlarını orta sınıf hazırlıyor. Orta sınıfın dışından gelen çocuklar o terminolojiyi bile bilmiyor. Yani sen eşit şartlara sahipler arasında bir sınav mı yapıyorsun? Dolayısıyla hem eğitim başarısızlığı hem istihdama katılım başarısızlığı bireyselleştirilemez. Mutlaka bireysel ögeler vardır ama bir kategori olarak bireyselleştirilemez. Bu tanımlamalar genci sorumlulaştırıyor ve kendilerini suçlu hissetmelerine sebebiyet veriyor. Hande Büyüknisan: Peki gençlerin yoksullaştırılmasını, istihdam sorunlarını düşünürsek bunun üzerinde şu anda Türkiye’deki siyasal belirsizliğin nasıl bir etkisi var? Kezban Çelik: Siyaset çok önemli tabii, özellikle genç insanlar ve eğitimli iş gücü açısından. Son zamanlarda hem yetişkinlerde hem gençlerde beyin göçü tartışması var. Meritokrasinin işlememesi o kadar basit bir mesele değil. Bir aidiyet hissetmek, yaşadığın yerin meselelerini dert edinmek... Bütün bunlarla ilişkili bir mesele. Bunu yapamadığımızda ister NEET olsun ister yoksul olsun ister orta sınıf, ister ev genci olsun… Bu hepimizin ama özellikle genç insanların yaşadıkları yere aidiyet hissedebilmeleriyle ilgili. Yalnız hissetmemeleri, sadece aile olanaklarıyla yaşıyor olmayı mesele etme, yani kamusallığın buraya dahil olması buraya davet edilebilmesi... Sadece iş piyasasını iyi yürütmek için değil aslında bir arada yaşıyor olma bir şeyler yapmak üretmek istemeyle de çok yakından ilgisi var. Bütün bunların içerisinde örgütlenebilmek, kendini ifade edebilmek, haklarına sahip çıkabilmek gibi bütün katılımları destekleyebilen bir siyasi iklim çok önemli. Bizim son 10 yılımız aslında siyasi iklimin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu ülkeye, bu millete, bu topraklara bağını, birlikte yaşamaya toplum olmaya dair inançlarını kaybediyor insanlar. Gençlerle yapılan çalışmalarda ellerine fırsat geçse %80’i yurtdışına gitmek istiyor. Şimdi bu kadar yapısal bir meseleyi gençleri suçlayarak kapatabiliriz miyiz? %80 ne demek 100 gençten 80’i fırsat olsa burada yaşamak istemiyor. Bunu kendine dert edinecek bir siyasetin olması gerekiyor. Siyaset demek toplumsal olanla birlikte burayı yönetmek demek. Bu durum bunu yönetemediğini gösteriyor. Aslında siyasetin burayı yönetme gibi bir niyeti de yok, giden gitsin diyor. Böyle bir şey olamaz. Bu tabii küçük bir grubun tercihiyse bireylere bırakılabilir elbette, ama bu artık yapısal bir hal almış durumda. Bu noktada siyaset sorumluluğunu almıyor. Siyaset gence bir hikâye sunmuyor. Hande Büyüknisan: En son bununla ilgili Besim Can Zırhın bir yazısını okumuştum. Bu beyin göçünü sadece yoksulluk ve ekonomik sebeplerle açıklayamayız. Bu duygusal bir göçtür diyordu. Kezban Çelik: Kesinlikle katılıyorum. Niyetin ille fiilen olması gerekmiyor bence bu veri çok kaygı verici bir veri olmalı. Yani uygun fırsatı olduğunda gitmek istemek büyük bir umutsuzluğu gösteriyor. Gitmek istemek öyle sanıldığı kadar da kolay bir şey değildir. Yazar Hakkında: Profesör Dr. Kezban Çelik, TED Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde Öğretim Üyesidir. ODTÜ sosyoloji bölümünde doktorasını tamamlamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, toplumsal sınıf/statü ve toplumsal hareketliliğin ölçülmesi, göç (iç göç, geri göç, düzensiz göç, göçmen emeği, göçmen genç kızlar ve kadınlar) konularında çalışmaktadır. Farklı gençlik grupları, iş piyasasına katılım biçimleri ve özellikle kayıtsız sektörde çalışma konularında sosyolojik çalışmalar yürütmektedir. Çelik aynı zamanda İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi Danışma Kurulu üyesidir.

  • Webinar 2: Genç Seçmenin Oy Verme Tavrı ve Stratejileri

    2023 Seçimlerine Doğru: Türkiye’de Gençlik, Siyaset ve Demokrasi Konuşmaları Aralık 2022 - Nisan 2023 İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi olarak “2023 Seçimlerine Doğru: Türkiye’de Gençlik, Siyaset ve Demokrasi Konuşmaları” başlıklı 5 ay boyunca sürecek bir webinar serisine başladık. Serinin ikinci etkinliği 30 Ocak Pazartesi günü Genç Seçmenin Oy Verme Tavrı ve Stratejileri başlığıyla çevrimiçi olarak düzenlenecek. Türkiye’de 2010’ların ikinci yarısı itibariyle genişleyen otoriter iklimde ifade, toplantı ve gösteri özgürlüğünün ortadan kaldırılması, aktivizmin baskılanması gibi gelişmelerin de etkisiyle gençlerin demokratik katılım ve temsilde adalet krizi giderek derinleşiyor. Adeta demokrasi fikrine dair bir referandum mahiyetinde gerçekleşecek 2023 Genel Seçimlerine yaklaşırken gençlerin demokrasi fikriyle, kurumsal siyasetle ve seçimlerle ilişkilenme biçimlerini konuşmanın önemli olacağına inanıyoruz. 18-35 yaş aralığında farklı kimlik, kültür ve aidiyetlerden genç seçmenin hem güncel oy verme tavrı ve stratejilerini hem de seçimler sonrası Türkiye’de gençlik ve demokratik siyaset ilişkisinin olası güzergahlarına ilişkin tartışmaya davetlisiniz. Tarih: 30 Ocak Pazartesi– 19.00-20:30 Konuşmacılar: Bekir Ağırdır - Hakan Yücel - Roj Girasun Moderatör: Begüm Uzun Konuşmacılar Bekir Ağırdır Bekir Ağırdır, 1956 yılında Çal, Denizli’de doğdu. 1979 yılında ODTÜ İdari İlimler Fakültesi İşletme bölümünden mezun oldu. 1979-2003 yılları arasında çeşitli sanayi şirketlerinde yöneticilik yaptı. 2003-2005 yıllarında Tarih Vakfı’nda önce koordinatör, sonra genel müdür olarak çalıştı. 2005-2022 yıllarında KONDA Araştırma ve Danışmanlık A.Ş. Genel Müdürlüğü yaptı, halen Yönetim Kurulu üyeliğini sürdürüyor. Hakan Yücel Doç. Dr. Hakan Yücel Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesidir. Hakan Yücel Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü Lisans programından 1995’de, Yüksek Lisans Programından 1998’de mezun oldu. 2006 yılında Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’de, “Une identité générationnelle-territoriale? : les jeunes d'origine alévie du quartier Gazi d'Istanbul” [Kuşaksal-mekansal bir kimlik mi?: İstanbul Gazi Mahallesinin Alevi Kökenli Gençleri] başlıklı doktora tezini savunarak sosyoloji alanında doktor ünvanı kazandı. Hakan Yücel’in başlıca çalışma alanları gençlik sosyolojisi, kimlik-mekan ilişkileri, azınlık kimlikleri, toplumsal hareketler ve popüler kültürdür. Yücel aynı zamanda İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi kurucularından ve Koordinatörler Kurulu üyesidir. Roj Girasun Araştırmacı. Sivil toplum örgütlerinin farklı kademelerinde yöneticilik yaptı. 2012’den bu yana farklı kuruluşlar bünyesinde yürütülen çeşitli araştırmalarda yer aldı. 2018'den bu yana Rawest Araştırma’nın genel müdürlüğünü yapmaktadır. ———————————————————— 2023 Seçimlerine Doğru: Türkiye’de Gençlik, Siyaset ve Demokrasi Konuşmaları Aralık 2022 - Nisan 2023 Türkiye’de gençler çoğunlukla seçim ve makro-siyaset merkezli güncel gelişmeler ekseninde de olsa siyasal ve akademik tartışmaların artan biçimde odağında yer almakta. “Z kuşağı ne diyor?”, “Türkiye’den beyin göçü”, “Gençler sandığa gidecek mi?” gibi başlıklar ve meraklı sorularla online platformlardan TV tartışma programlarına pek çok alanda sıkça karşılaşıyoruz. Gençleri yekpare bir toplumsal kategori olarak görme ve araçsallaştırma eğiliminin dışında kalan, gençleri anlama çabasına katkıda bulunan eleştirel araştırmacılarla, gençlerle ve siyasetçilerle birlikte gençlerin ortaklaşan ve ayrışan demokrasi algıları, talepleri ve tahayyüllerini, 2023 seçimleri ve sonrasına dair yaklaşım ve beklentilerini, siyasi partilerin gençlik politikalarını geniş bir zeminde tartışmayı amaçlıyoruz. Webinar serisi İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi’nin 2023 boyunca odaklanmayı planladığı ‘Gençlerin Siyasal Katılımı’ ana çalışma alanının saha araştırmasını ve teorik çalışmalarını desteklemeyi amaçlıyor. 2022 yılında eleştirel gençlik çalışmaları alanından akademisyen, araştırmacı ve aktivistler tarafından kurulan İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi, farklı sosyo-ekonomik, ulusal, etnik, dinsel, cinsel kimlik ve aidiyetlere sahip gençlerin toplumsal ve kültürel yaşam dünyalarını anlamlandırmaya, gençlerin yaşadıkları eşitsizliklerle mücadele etmeye, gençler için eşitlikçi, demokratik, özgürlükçü politikalar tasarlanması, geliştirilmesi ve uygulanmasına odaklanan eleştirel ve adalet eksenli bilimsel çalışmalar yürütüyor.

bottom of page