Hüseyin Serbes yakın zamanda Fotokopiden Dijitale Yeraltı Yayıncılığı: Türkiye’de Fanzin Altkültürünün Soykütüksel Çözümlemesi başlıklı doktora tezini tamamladı. Doktora tezindeki görsellerden yola çıkarak bir sergi hazırladı ve bu sergiyi 10-12 Mayıs’ta Viyana’da Art Book & Zine Fair 2024 kapsamında sergiledi ve bir de sunum yaptı. Ayrıca doktora araştırması sırasında Londra’da araştırma fırsatı buldu. İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi olarak Hüseyin Serbes ile Türkiye’de fanzin alt kültürü ve alt kültür araştırmalarında yöntem konusunu tartıştığımız söyleşi gerçekleştirdik.
Söyleşi: Demet Lüküslü
Mayıs 2024
Türkiye’de gelişmekte olan bir gençlik araştırmaları literatürü var. Ancak bu literatür içinde gençlik alt kültürleri çalışmaları oldukça sınırlı bir yere sahip. Oysa ki 1970’li yıllarda İngiliz Birmingham Okulunun öncü isimlerinin gençlik altkültürleri çalışmaları, gençlik araştırmaları için önemli bir dönüm noktasını oluşturmuştu. Stuart Hall, Dick Hebdige, Paul Willis gibi Birmingham Okulunun öncü isimleri gençlik alt kültürleri üzerine çığır açıcı çalışmalar yapıp direnişin izlerini bu alt kültürler üzerinden sürmüşlerdi. Hüseyin Serbes’in doktora tezi de bu anlamda 1980 sonrası dönemin gençlik altkültürleri üzerinden okunmasını sağlarken 12 Eylül sonrası döneme farklı bir şekilde bakılmasını da sağlıyor.
Doktora tezinizin hikayesinden biraz bahsedebilir miyiz? Fanzinler üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Fanzinlerin ana akım mecralardansa kendi hayranlıklarını oluşturan konu dizinlerinde kısıtlı çevrelerdeki yayınlar olduğunu hatırlatarak başlayalım. Teorik okumalarda arka planlarında önceki yüzyıllardan kalma Dadaist, Sürrealist ve Sitüasyonist sanatçılara dek uzandığını görebiliyoruz. Hatta Martin Luther’in 1517 yılında yayınladığı ‘doksan beş tezi’nin bir fanzin olmadığını kim iddia edebilir? Dolayısıyla, oldukça net olmayan çizgilere sahibiz. Ancak bilimkurgu hayranlarının ilk örneklerini yaydığı 1930’lardan günümüze Beatnik’lerden Sovyetler Birliği’nde yayılan samizdat’lara çevremiz geniş olsa da, ben çalışmamda 1970’lerdeki punk hareketini esas aldım. Bunda etkili olan biraz da kişisel ilgi alanım olsa da, fanzinlerin ‘asıl’ kimliklerine punk kültürü ile ulaştıklarına inanıyorum.
Fanzinlerle olan temasım, doksanlı yılların sonlarına doğru İngilizce lise hazırlık sınıfındaki kitaplara erişmeye çalıştığım ‘pasajlar’ aracılığıyla oldu. Bu pasajlarda gördüğüm ‘fotokopiden dergiler’ nefesimi kesmiş, artık birçoğunun birer takipçisi olmuş, hatta fanzinlerdeki ‘herkes kendi fanzinini çıkarsın’ şeklindeki çağrılara cevap vererek kendi fotokopiden dergilerimi çıkararak ‘fanzinci’ olmuştum. Asi ve şık isyanlarını, punk’ın görsel stratejileri ile birleştiren bu dergilerden oluşan kişisel koleksiyonumla ilgili çalışmalar yapma isteğim sürekli zihnimi kurcalıyordu. ‘Wittgenstein ve Bahtin gibi akademinin soğuk koridorlarından bir kır evine kaçma isteğinin ağır bastığı’(1) bir lisansüstü dersinde fanzinler konusunda beni tez yazmaya yüreklendiren ve danışmanım olmayı kabul eden Mehmet Güzel hocam ile tez komitesinde yer alan Meltem Gönden ve Bülent Kabaş hocalarımın yerinde yönlendirmeleriyle fanzinleri birer doktora nesnesi yapmaya karar verdim. Ancak ‘içeriden’ bir araştırmacı olmakla teorik okumaları birleştirmek hiç kolay olmadı. Çünkü ortada varlıklarını ‘anonim’ olmalarına borçlu olan, tarihleri ve sayfaları belli olmayan bir yığın fotokopiden dergi vardı elimde.
İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi’nde gençlik araştırmalarında yönteme kafa yorulmasına da önem veriyoruz. Siz de doktora tezinizde yaratıcı bir yöntem kullandınız. Biraz bu yöntemden bahseder misiniz?
Araştırmanın kendisi ‘keşif’ dolu bir yolculuk olduğundan nitel araştırma yöntemleri benim için oldukça yol gösterici oldu. Sahaya ‘tabula rasa’ olarak çıkmadım elbette ancak sorularım vardı ve bu sorulara cevaplar aradım. Görebildiğim kadarıyla, eksiklikleri not almaya çalıştım ve böylece ‘çoklu yöntem’ kullanmanın daha geçerli ve güvenilir olduğuna ikna oldum.(2) Öncelikle, araştırma sorularıma paralel olarak elimdeki fanzinlerin sayısını düşürdüm. Bu kısıtlamayı yaparken punk altkültürünün görsel mirasını kullanan yayınları seçtim. Binin üzerinde fanzini incelesem de, çalışmaya doksan dokuz tekil fanzini dahil ettim. Bu fanzinlerin ediniliş biçimleri de benim için önemliydi ve zaman içerisinde fanzin ve punk etiğine uygun olarak ‘takas’ (trade) sonucu ulaştığım fanzinler olduğunu özellikle belirtmeliyim. İlk öncelikle, doküman analizi yaptım. Bu analiz, 1991 yılındaki ‘Mondo Trasho’ dergisinden günümüze elde ettiğim fanzinlere ek olarak dijital fanzinler (webzine’ler ya da e-zine’ler) el ilanları, posterler ve afişleri de kapsıyor. Görsel ve grafik dilinden sahip olduğu bilinçli politik ve kültürel hareketlere özgür bir alanı keşfetme arzusu ile Chris Atton’ın önerdiği tipolojik bir analiz çerçeveye sadık kalarak Habermas ve Karl-Otto Apel’in benimsediği “eleştirel hermeneutik” yaklaşımından yararlandım. Atton’ın kavramsal setlerindeki bağlamlar, fanzinlerden elde edilen bulguları tematik bir analiz sürecine götürmüştür.(3)
Ancak sadece fanzinleri incelemek, yeterli olmayacaktı. Bu nedenle, saha çalışması da yürüttüm. İlk öncelikle, alana ‘katılımcı gözlem’(4) yapabilmek adına bir fanzin çıkararak giriş yaptım. Evet, çok daha önceden başlamıştım fanzin çıkarmaya ama bu kez bir başka gözle bakarak eylemsellik ve alana giriş amacıyla çıkardım fanzinimi. Bu fanzini çıkarırken ve dağıtırken süreçleri ve ilişkileri not aldım. Fanzini üretmek ve sonrasında kimi gözlemler için Robert Bogdan’ın tabiriyle “insan arasına dalmak”, doğal ve kayıt altına alınan süreçlerin ayrı bir okumasını da mümkün kıldı. Buna ek olarak, otuz fanzin sanatçısı ile derinlemesine ve odak grup görüşmeleri yürüttüm. Bu görüşmeler, oldukça nitelikli zaman geçirmeme öncülük etti. Çünkü her bir görüşmede, not aldığım defterde mutlaka şarkı, albüm, film, kitap gibi birçok ismi kaydediyor ve Dostoyevski’nin tabiriyle “ruhumda cinayet işlemiş gibi ağırlıkla” o geceyi geçiriyordum. Görüşmelerden elde ettiğim notları, yöntem içine birer günlük kaydı olarak aktardım ki Susan Sontag, bunu “günlükler bir yazarın ruhunun atölyesini gösterir” diye açıklar. Ben, yöntem bölümünde ruhumun atölyesine yer açmak istedim. Bilinsin istedim ki, burada yaşanılanlar oldukça kapsamlı bir sosyoloji barındırıyor.
Türkiye’deki fanzin alt kültürünü nasıl tanımlarsınız. Yurtdışındaki örneklerden nasıl farklılıkları var?
1970’lerden bu yana Birleşik Krallık’taki punk sahnesine tasarımdan söz yazarlığına kadar birçok alanda katkıda bulunmuş Bernard Rhodes, punk’ın kökeninde 1975’teki işsizliğin ve beraberinde gelişen kaosun yattığını söyler. Ben her ne kadar önceki okumaları ve esin kaynaklarını da yansıtmaya çalışsam da, fanzin altkültürü için kesin bir çizgiyi punk’la çiziyorum. Öncelikle, New York’la başladım. Buradaki Aşağı Doğu Yakası, ekonomik anlamda çöküşün hızla yaşandığı buna rağmen gençlik kültürlerinin gürül gürül akarak kamusal alanı işgal ettiği bir yer: CBGB olarak bilinen ve harekete yön veren kulüp buradadır; yine The Velvet Underground, burada doğacaktır. Ramones’un Londra’da bir konsere katılmasıyla, Birleşik Krallık’taki punk sahnesi filizlenmiştir ki ilk ve en sert fanzinlerden Sniffin’ Glue’nun bir Ramones parçasından ilham alındığının altını çizmek gerekir. Bu derginin editörü Mark Perry, bir Noel hediyesi olan daktilosu ile okuduğu dergilerde aradığını bulamadığından bir fanzin üretir. New York’taki sanat akımlarından doğan fanzinlere karşı sert bir tavırla ayrılan Londra üretimli fanzinlerin çağrısı nettir: ‘Herkes her şeyi yapabilir’. Böylece, bir altkültürün doğuşuna tanıklık ederiz. Altkültür derken süreklilik taşıyan bir kültürden bahsediyorum ki bugün bile üretilenlere bakıldığında literatürün nasıl dolu olduğunu görebiliriz. Bu olanlardan kabaca on yıl sonra, Türkiye’de punk’ın görünür olduğuna değinmeliyiz. Bugünden geçmişe baktığımızda zaman zaman parlayan ve ‘ayak bağı’ olabilmeyi başarabilen bir kültürle karşı karşıyayız. Neticede, bir gençlik kültüründen bahsediyoruz. Ancak, toplumsal, ekonomik ve politik bağlamda yaşamaları daha zorlu olmuştur haliyle. Ana akıma bulaşmış her bir öğenin halini düşlediğimizde, altkültürlerin varoluşunun ne denli önemli olduğunu görürüz. Türkiye’deki fanzin bilincini birçok araştırmacı ve fanzinci Mondo Trasho ve Laneth ile başladığını ele alır. Tabii ki, bunlar ilk fanzinler değildir. Hatta Mondo Trasho’nun yaratıcısı Esat C. Başak(5), her görüşmemizde ‘fotokopiden dergi’ kavramsallaştırmasına dikkat çekmiştir. Haliyle, tek bir şeyin fan’ı değildir Mondo Trasho. Laneth ise üç sayı çıkardıktan sonra binlerce satan ve formatıyla farklılaşan bir dergiye dönüşür. Ben, daha çok ‘yeraltı’nda kalan fanzinlerle ilgilendim. Bu yayınlarda Mondo Trasho’nun etkisi inkar edilemez. Zaten birçok fanzinci ‘ilk kez Mondo Trasho ile karşılaştığımda nefesim kesilmişti’ diyerek ilham perilerine gönderme yapar. İki derginin de ilk çıkışı 1991 Mayıs’a rastlar. 1980’li yıllardaki darbe süreci ile gelişen ve tek düze bir biçimde disiplinize eden toplumsal anlayışın karşısında bir varoluş savaşı verildiği dönemler olduğunu hatırlatarak devam edelim. Doksanlı yıllarda çıkan ilk örneklerle erken dönem Birleşik Krallık fanzinlerinde görsel stratejiler benzerdir aslında. Dil, serttir. Kopyala-yapıştır gibi son derece ‘do-it-yourself’ ve punk estetiğinin biçimsel tarafı vardır. Üreticiler, kısıtlı punk sahnesinin farklı üyeleridir. Doksan sonlarıyla beraber dizgide bilgisayar teknolojileri görülür. 2000’lerde ise bilgisayar kullanılarak hazırlanan fanzinler çoğunluktadır. Bu süreçte web-zine’ler de görülmeye başlanır. Edebiyat fanzinlerinin daha sık görülmeye başladığı son dönemde açıkçası fanzinler, asıl kimliklerinden uzaklaşmaya da başlamışlardır. Burada sıkı bir şekilde fanzin etiğine bağlı kalanların hakkını teslim etmekle beraber, gözlemlerim bu tür edebiyat içeriklerinde fotokopinin bir silah değil bir ucuz teknik olarak kullanılmasına yöneliktir. Oysa, Londra’da üretilen fanzinler, bir dergi bile değildi ama olağanüstü bir silahlanma çağrısıydı. Türkiye’deki politik iklimin fanzinlerdeki oto-sansürü daha çok gün yüzüne çıkardığına da şahitlik ediyoruz. Burada ülke gerçekleri devreye giriyor. Bu durum, birçok fanzinin dilini daha düzgün kullanmasına neden oluyor ki bu fanzinlerin kendi gerçekliklerinden uzaklaşmaları anlamına geliyor. Pandemi süreciyle birlikte fanzin çıkarmanın ekonomik maliyeti oldukça arttığından basılı işlerin azaldığına tanıklık ediyoruz. Bunu, ‘post-fotokopi’ dönemi olarak adlandırdım tezimde. Yine de söyleyecek söz olduğu sürece, fanzinciler mecra bulmakta zorlanmayacaklar.
Doktora araştırmanız sırasında İngiltere’de de bulundunuz. Bu araştırma gezinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Araştırmamı Londra’da sürdürmek, literatür çalışmalarını ve yöntemsel izleğimi daha da güçlü kılabilmek adına en büyük arzularımdandı. Bunu TÜBİTAK 2214-A Yurtdışı Doktora Sırası Araştırma Burs Programı sayesinde aldığım desteklerle gerçekleştirdim. University of the Arts’a ait London College of Communication’da Dr. Russ Bestley’in danışmanlığında geçirdiğim sürede kent benim için bir laboratuvara dönüşmüştür ve buradan aldığım cesaret, verimli bir tez yazma süreci geçirmeme olanak tanımıştır. Öncelikle, bulunduğum üniversitede özel bir arşivde bulunma şansına eriştim. Burada görevli olan Blanca Garcia Paja, bana her gün özel kutularda hoşuma gidebilecek ve araştırmama yön gösterebilecek fanzinler getirdi. Günlerim, bu fanzinlerle geçti ve tıpkı Bachelard’ın sözünü ettiği gibi “gerçek ve düş aynı birimin içindeydi”. Çünkü, fanzinleri toplamaya başladığım ilk günlerden bu yana benim için Birleşik Krallık’ta üretilen fanzinler gerek tasarım biçimleri gerekse de sert ve sarkastik dilleriyle çok özel bir konumda yer almışlardır. Bunlara dokunabilmek, ilk kopyalarına erişebilmek ancak tutkunların anlayabileceği türden bir hazza eşit. Punk grubu The Clash’in “illegal dansların ülkesi” olarak tanımladığı İngiltere, sadece kütüphaneleriyle değil sokakları ve mekanlarıyla da tezime ilham kattı. Soho’dan King’s Road’a punk’ın ve fanzin kültürünün filizlenerek karargaha dönüştüğü butiklerden konser kulüplerine birçok yeri eştim. Mesela beni çok etkileyen bir tasarımcı Jamie Reid’in işlerini görebilmek için bir enstitüye gittiğimde yaşadığım heyecan tarifsizdi. Punk’ın tasarım ve görsel algısına keskin bir çizgi çekmiş bir sanatçı Reid’in öyküsünü ve buradan edindiklerimi literatür bölümündeki tartışmalara ekledim. Aynı zamanda çektiğim fotoğrafları da tez içerisinde kullanabilmem bana özgür bir alan doğurdu. Stuart Hall’un “yaşayan arşivler” kavramsallaştırması oldukça kıymetlidir ki buralar hakikaten de yaşayan, üzerine tartışmalar yapılan minör yerler. Buralardaki işler ne kadar eski olsalar da karşısındaki için yeniden doğuşu temsil ederler.
Çok yakın zamanda Viyana’da fuardaydınız. Doktora tezinizdeki görsellerin bir kısmını sergilediniz ve bir sunum yaptınız. Bize biraz bu fuardan bahsedebilir misiniz?
Fanzinler, ‘kendin-yap’ yayıncılığın doğası gereğince insanların üretimlerini birer atölye şeklinde sunmalarına imkan veren fenomenler olduğunda daha da anlamlı hale geliyor. Viyana’da düzenlenen Fanzineist Vienna Art Book & Zine Fair 2024, 30 ülkeden 128 katılımcı ile gerçekleşen ve üç gün süren bir etkinlikti. Burada her yerden gelen sanatçılar kendi işlerini sergileme fırsatı buluyor. Doktora tez görüşmelerimde derinlemesine görüşme yaptığım sanatçılardan Deniz Beşer’in önerisi ve desteğiyle Viyana Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde hem tezimi sunma fırsatı yakaladım hem de tezimden oluşturduğum art work’lerimi sergileme şansına eriştim. Üretim aşkıyla dolu insanlarla tanışmak, obsesif tutkulardan doğan fanzinleri keşfetmek ve böylesine güzel bir ortamda bulunmak benim için oldukça güzel oldu. Viyana’daki bu ikonografik üniversitenin duvarlarına Türkiye’nin ilk fanzinlerinden sayfaları asmak, benim için bir selam ve teşekkür niteliği taşıyordu. Ne de olsa, bu fanzinler bana karşı-kültürel bir alan açmada çok cüretkar davranmıştır.
HÜSEYİN SERBES HAKKINDA:
Hüseyin Serbes doktora tezini 'Fotokopiden Dijitale Yeraltı Yayıncılığı' alt başlığıyla Türkiye'de fanzin ve punk kültürüne adadı. Çalışmalarında punk etiğine sıkı sıkıya bağlı kalmaya özen gösteriyor. Araştırmaları gençlik [alt]kültürlerindeki radikal ve otonom medya deneyimlerine odaklanıyor. İlhamını punk, Dada ve Situasyonist fikirlerden, oto-etnografik teorilerden ve Stuart Hall'un “yaşayan arşivler” olarak adlandırdığı alanlardaki araştırmalardan alıyor. Bağımsız bir akademisyen olmanın yanı sıra, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda ders vermektedir.
E-posta: hserbes@yahoo.com
ORCID: 0000-0001-7913-6178
Dipnotlar
(1) İfadeyi Terry Eagleton’dan ödünç alıyorum; bkz: [Eagleton, T. (2019). Azizler ve Âlimler (Çeviren: Osman Akınhay). Sel Yayıncılık].
(2) Yöntem bölümü üzerine düşünürken bana oldukça yardımcı olan ve ‘oto-etnografik’ bir çalışmada ısrarcı olan Dr. Meltem Gönden hocama müteşekkirim. Onun açtığı patikalarda ilerlemek benim için yazım sürecinde ‘yöntem’ bölümünü bir iç döküşe dönüştürdü.
(3) Bu tipolojiyi Türkçe’ye kazandıran ve alternatif kavramlarla bu radikal medya biçimlerini tartışmaya açan Berrin Yanıkkaya ve Barış Çoban’a teşekkür ederim. Detaylı bilgi için bkz. [Yanıkkaya, B. & Çoban, B. (2014). Kendi Medyanı Yarat: Alternatif Kavramlar, Tartışmalar, Örnekler Cilt 1 ve Cilt 2. Kalkedon Yayınları].
(4) Katılımcı gözlem derken, Becker ve Geer’in önerdiği üzere (1957, s. 28) “belirli bir süre boyunca gözlemcinin incelenen insanların günlük yaşamına açıktan araştırmacı rolünde ya da örtülü bir şekilde katıldığı, olup bitenleri gözlemlediği, söylenenleri dinlediği ve insanları sorguladığı yöntem”den bahsediyorum.
(5) Tez görüşmelerimizi tamamladıktan sonra Esat C. Başak’ın ölüm haberini almak çok üzdü beni. Yaptığım bu tezi, Esat’a adadım. Yine bir yerlerde görüşeceğiz sevgili Esat. Bize kattıkların için sonsuz teşekkürler.
Comentarii