“NEET’in sadece eğitim ve istihdama bakarak anlaşılamayacağını iddia ediyoruz. Çünkü bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ürettiği bir sonuç”
Söyleşi: Hande Büyüknisan
Ocak 2023
Hande Büyüknisan: Genç yoksulluğunu nasıl tanımlarsınız, diğer veya genel yoksulluk tanımlarıyla bağlantısı nedir?
Kezban Çelik: Genç yoksulluğu diye bir yoksulluk tanımı yok aslında. Yoksul olarak bile tanımlanamıyorlar. Yoksul dediğimiz şey küresel dünyanın tanımlarıyla, indirgemeci bir şekilde tanımlanıyor. Modern dünyada yoksulluk istihdama katılım biçimi ve eğitim üzerinden tanımlanıyor. Yoksulluk tanımı sürekli güncellenmesi gerekiyor. Bundan 10 yıl önce mesela internete erişim bir yoksulluk kriteri değildi ama bugün yoksulluk kriterlerine dahil edilebilir. Sabitlenmiş bir tanım değil. Yaşadığımız dönem ve yerde ortalama standartlara erişememe veya erişme güçlüğü diyebiliriz. Hem çok ideolojik ve politik, hem de sosyal değişime duyarlı.
Genç yoksulluğu, genel olarak aileleri üzerinden ele alınan bir konu, gencin ailesinin konumu her ne ise öyle tanımlanıyor. Bourdieu’nun dediği gibi ‘Gençlik bir laf’ aslında, yani bize gencin ne olduğu söylenmiyor ne olmadığı söyleniyor. Ne olmadığının söylendiği yerde demografik ve sosyal bir kategori olarak var mı sorusunu yaratıyor. Sosyolojik çalışmalarda gençliğin sosyal bir kurgu olduğunu kabul ediyoruz. Yaşa bağlı tabakalaşmanın önemli bir tabakalaşma olduğunu ve sosyal olarak belirlendiğini iddia ediyoruz. Örneğin AB gençliği 15-29 yaş grubu olarak tanımlıyor. Ortalama ömür uzadığı için Japonya’da gençlik sınırı 34’e çekildi. Benim kişisel fikrim elbette demografik projeksiyonları dikkate alarak Türkiye’de de 30-35’e çekilecek bu sınır.
Gençlik tanımındaki muğlaklığı yaratan ilk etken eğitim. Sanayi toplumunun aşılması ile, hizmet sektörünün genişlemeye başlamasıyla yani 1980 sonrası bilgiye dayalı işlerin oluşmasıyla sürekli olarak yüksek eğitimin önemi ve gerekliliği vurgulandı. Yüksek eğitimin iş piyasasında ve toplumsal yaşamda fark yaratacağı ve imtiyazlı bir sınıf olarak görülmesine bağlı olarak gün geçtikçe eğitim sürelerinin uzadığını görüyoruz. Türkiye’de 1960larda 5 yıl zorunlu eğitim süresi iken 2012’de 4+4+4 sistemiyle birlikte 12 yıla çıktığını görüyoruz. Eğitim süreleri uzadıkça gençliği öğrenci kategorisi olarak görüldüğünü görüyoruz.
Yetişkin olmayı bir kazanım olarak sunan ve ekonomik bağımsızlıkla özdeşleştiren modern dünya çocuk işçiye bile işçi diyor ‘çocuk’ demiyor. O alanı işçileştirme, yetişkinlendirme modern dünyaya ait. Ücretli çalışma bir yetişkinlik vazifesi ve hakkı olarak tanımlanıyor. Bu tanım içerisinde de gençler yoksul olma hakkına bile sahip değiller. Ailenin ekonomik durumu üzerinden tanımlanıyorlar. Her zaman böyleydi aslında modern zamanlar öncesi de böyleydi. Fakat modern hayatta şöyle bir mitle tanıştık: eğitim üzerinden kuruldu. Eğitim ile aileden getirilen dezavantajın giderilebileceği söylendi. Modern dünya artık meritokratik olacak, becerilerimize ve yeteneklerimize göre bu dünyada yer alacağız dendi. Böylece eğitim zorunlu hale getirildi, çocuklar iş hayatından çekildi. Meritokratik anlayış, eğitimde kalınan sürenin uzamasıyla iş bölümünde daha iyi konumlara gelebileceğini söyledi. Öğrencinin yeteneğiyle, gayretiyle bunun mümkün olacağı, eğitim dışı dünyadaki eşitsizlikleri kaldırmada bunun çok önemli bir araç olarak sunuldu. Eş zamanlı olarak ulus devletlerin bu fikre sahip çıktığını, Türkiye’de ve dünyada neoliberal dönüşüme kadar zorunlu eğitim hatta yükseköğretim kamusal bir görev olarak görüldü.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kurulan bakanlıklardan biri Milli Eğitim Bakanlığı, ülkenin her yerinde aynı müfredatla çocukların eğitilmesini sağlamak amacıyla. Aynı sosyal ve ekonomik yapıdan gelmiyor olabilirsiniz ama herkese aynı eğitimi verip sonra hepinizi aynı sınavla seçeceğim dendi. Meritokratik anlayış sınıfsal eşitsizlikleri görünmez kılarak, yeni eşitsizlikleri eğitim üzerinden haklılaştırarak sundu. Eşitsizliği yapısal bağlarından kopararak sunuldu. Fakat yıllar içerisinde görüldü ki eğitim sınıfsal eşitsizlikleri yeniden üreten bir mekanizmaymış. Türkiye gibi aristokrasisi olmayan ülkelerde yukarı doğru bir hareketlilik olmadı diyemeyiz. Fakat özellikle 1980 sonrası kamusallığın geri çekilmeye başlamasıyla, özelleşmenin artması, kamunun üstlendiği sorumlukların özel sektöre devredilmesiyle eğitimin eşitsizlikleri giderme gücünün zayıfladığını görüyoruz.
Küresel eğilimlere bakarsak genç yoksulluğunu belirleyen 2 faktör olduğunu görüyoruz: eğitime katılma düzeyi ve süresi, ailelerin sınıfsal arka planı. Gençlerin eğitime erişme güçlükleri, eriştikleri eğitimin türü ve eğitimde kalınan süre gibi 3 farklı kriter de bu yoksulluğu etkiliyor. Yani aile yoksulluğu ile eğitime katılma düzeyi ve süresi direkt olarak birbiriyle ilişkili.
“Aile yoksulluğu genç kadınların yoksulluğunu erkeklerden daha fazla etkiliyor.”
Hande Büyüknisan: Cinsiyet farklılığı genç yoksulluğunu nasıl etkiliyor?
Kezban Çelik: Aile yoksulluğu gençlerin yaşam şanslarını ciddi oranda belirliyor, aynı zamanda gençleri cinsiyetlendiriyor. Aile yoksulluğu genç kadınların yoksulluğunu erkeklerden daha fazla etkiliyor. Yoksul ailelerden gelen kız çocuklarının eğitime gönderilme olasılığı daha düşük ve eğitimde kalma süreleri daha kısa. Genç kadın ve erkek yoksulluğunun buradan birikerek geldiğine dikkat çekmek istiyorum. Bir yandan aile koşullarının belirleyici olması diğer yandan kamunun bu eşitsizlikleri azaltmaya yarayacak araçları eskisi gibi kullanmaması ile artık daha fazla genç yoksulluğunu konuşmak gerekiyor. Sosyal eşitsizleri azaltmada kamunun üstlenmiş olduğu sorumlukların azalması yani kamusal destek mekanizmalarının yoksullaşması aile yoksulluğunu da beraberinde getiriyor. Bu iki yoksulluğun çakıştığı yerde genç yoksulluğu üretilmiş oluyor. İkisi de gencin dışındaki mekanizmalar, genci sorumlu tutamıyoruz. Fakat yeni dünya işsizi sorumlu tutan bir yer. Türkiye’de de özellikle son 10 yıldır kamusal irade ‘İşsizlik yok, iş beğenmeme’ var diyor. Burayı açıp şöyle diyebiliriz, evet beğenmiyorlar çünkü eğitime katılıp, uzun süre eğitimde kalıp sonra da istediği alanlarda çalışabileceğini düşünürken bu gerçekleşmiyor. Sanki uzun eğitim sürelerinde emek harcanmıyormuş, iş değilmiş gibi, eğitim kurumları ile iş yerleri çok benzer de Foucault’nun da dediği gibi, sınavlara hazırlanılan, performans gerektiren bir süreçten sonra vasfının altındaki işler gösterilip bakın iş var deniyor. Hem ailenin hem de kamunun kaynakları neden bunca sene eğitime harcandı öyleyse diye sormak lazım. Yoksulluğunun sorumlusu tutulmuyor ama işsizliğinden sorumlu tutuluyor gençler.
Hande Büyüknisan: Dünyadaki genç yoksulluğu trendleri nelerdir, güncel olarak nasıl bir yönelim var? Türkiye bu trendle nasıl ilişkili?
Kezban Çelik: Türkiye kendi dinamikleriyle bunları belirlemiyor, emeklilik yaşından tutun da zorunlu eğitime kadar dünya trendlerini takip ediyor. İş piyasasının gençlikle bağının ilişkilendirilmesi trendlerini görüyoruz.
Bahsettiğimiz genç de homojen bir şey değil; cinsiyeti, cinsel yönelimi, toplumsal sınıfı, etnisitesi, farklı coğrafyalarda yaşayanları var. Türkiye’de farklı kurumlar farklı gençlik tanımı ve yaş grubunu ele alıyor. Gençlik Bakanlığı AB’nin tanımını kullanıyor. TÜİK BM’nin. 15-18 yaş arası tanımını kullanıyor ancak çok gri bir bölge aslında, bu yaş grubunun çocuk olarak tanımlanması gerekiyor, 18 yaş altını konuşmamız gerekiyor. Çocuk evlilikleri, çocuk işçi konusunda da grilik yaratıyor. Bu keyfiyetlikten vazgeçilmesi gerekiyor.
NEET grubunu da 15-19 yaş arasında görüyor ve buradan takip ediyor Türkiye. Tam bir yaşa dayalı sabitlemesi kategorisi zor. Gençlik Bakanlığı 15-29’u kullanıyor ancak anne veya evli genç kadınları düşünerek burayı daha önemsiz ya da kültürel bir kategoriymiş gibi gösteriyor. Yalnızca Türkiye değil genel olarak böyle yapılıyor dünyada. Sorumluluğu aileye yıkmak, eğitim sürelerini uzatmak neoliberal dünya için gayet pragmatik görünüyor.
Hande Büyüknisan: Eğitim seviyesi arttıkça genç yoksulluğu oranının azaldığı görülmekle birlikte istihdamda yer almanın yoksulluktan kurtulmaya yetmediğini biliyoruz. Bu bağlamda beyaz yakalı yoksulluğu diye bir şeyden bahsedebilir miyiz?
Kezban Çelik: ‘Çalışan yoksul’ kavramı çok önemli. Neoliberal dünyada iş olsun da nasıl olursa olsun anlayışını üretiyor. Çalışan yoksulluk en çok gençleri ilgilendiriyor. Henüz kendi ailelerini kurmamış oldukları öngörüsünden, deneyimsizliklerinden, işten çıkarılmanın kolay olmasından dolayı çalışan yoksulluğu en çok gençleri ilgilendiriyor. Gençlerin içerisinde de en çok yoksul aileden gelen gençleri ilgilendiriyor. Erken yetişkinlik diye bir kavram var gençlik sosyolojisinde. Genç işsizliğinin deneyimlenmesi iki örüntüyle gerçekleşiyor. İlki çocuk kategorisinde tanımlanan, okula devam edememiş veya bırakmış ve çoğunlukla da erkek gençlerin olduğu bir kategori. Bir erken yani zorunlu eğitimi tamamlamadan iş piyasasına katılmış olmak ki bu dediğim gibi erken yetişkinlik olarak tanımlanıyor. Diğeri de uzun eğitimini tamamlamış, çalışma hayatına katılması gereken ancak çalışma hayatında niteliklerine ve beklentilerine uygun bir iş bulamamış olanlar. Ona da geç yetişkinlik deniyor. Son dönemde özellikle ev genci diye bir kavram olmaya başladı. Bu da işte beklenen dönemde yetişkin olamamakla ilgili. Uzun eğitimini tamamladın artık okuldan işe, eğitimden çalışma hayatına geçiş yapacaksın çünkü gençlikle ilgili geçiş anlayışı bunu gerektiriyor. Okul bitti ne yapacak? İşte yüksek lisans yapacak, sertifika programlarına katılacak, dil öğrenecek… Bu da daha çok orta sınıf gençlerin deneyimi gibi görünüyor. Orta sınıf üniversite mezunu genç kadın ve erkeklerin. Her ikisinin de aslında, çünkü orada çok fark yok. Kadının istihdamı daha düşük evet, ama üniversite mezunu kadınların %75’i istihdam edilebiliyor. Çünkü yeni iş piyasası dediğimiz piyasa orta sınıf kadın emeğine daha sıcak bakıyor.
“Kayıt dışı, emekli yoğun, uzun çalışma saatleri gerektiren işlerde sektöre dahil olduysanız artık o sektör sizin kaderiniz haline gelebiliyor. Birikimsel yoksulluk diyorum buna.”
Çalışan yoksulluğu da en fazla gençleri ilgilendiren bir konu, çünkü hem erken yetişkinlik dediğimiz temel eğitimini tamamlamadan iş piyasasına giren gençlerin temel eğitimleri de olmadığı için tabii ki daha kayıt dışı sektörde daha geçici, sosyal koruma mekanizmalarının olmadığı işlere katılma olasılıklarının yüksek olduğu görülüyor. Ve bu da yine eğitim dolayımıyla haklılaştırılıyor. Düşük eğitimli gençlerin piyasada bu tür işlere erişimi doğal gibi karşılanıyor ve henüz yaşları da sigortalılık açısından da uygun değil, dolayısıyla kayıt dışı sektörde olma olasılıkları artıyor. Ve eş zamanlı olarak tabii Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmekte olan dünyada kayıt dışı çalışmanın arttığını görüyoruz. ILO verileri, Covid-19 salgını sonrası bunun daha da arttığına ilişkin veriler sunuyor. Ve bunların hepsi gençleri çok daha fazla etkiliyor, çünkü ilk defa iş piyasasına girdiğiniz yer, giriş biçiminiz ve dahil olduğunuz sektör yetişkinlik dönemimdeki yapabilirliklerinizi, haklarınızı, yükselme potansiyelinizi, ücretinizi etkiliyor. Yapılan çalışmaların hepsi bunu gösteriyor, yani siz kayıt dışı, emekli yoğun, uzun çalışma saatleri gerektiren işlerde sektöre dahil olduysanız artık o sektör sizin kaderiniz haline gelebiliyor. Ve birikimsel yoksulluk diyorum ben buna, yani yetişkinlik dönemindeki yoksulluğun biriktirildiği yerler haline geliyor.
Diğeri, yani ertelendiğinde de yetişkin olmayı erteletiyor. Ve yetişkin olmayı ertelemek demek de birey olabilmemizi, özerk olabilmemizi, otonom olabilmemizi, bu dünyaya dair iddialarımızın olabilmesini, örgütlü olmaktan tut da demokrasiye katılmaya yeni fikirlere, yaratıcı olmaya kadar, o kadar olumsuz etkiler üretiyor ki… Yani kronolojik olarak beklenen yaşta iş hayatına geçiş yapamaması ekonomik olarak aileye bağımlılık üretiyor ve ekonomik bağımlılık sadece ekonomik bağımlılık olarak kalmıyor. Ailenin değerlerine, beklentilerine ve normallerine de bağımlı olmayı gerektiriyor.
Türkiye’ye ve dünyaya baktığımızda çalışan yoksulluğu beyaz yakalıların konusu mu dersen ben ondan çok emin değilim. Evet çalışan yoksulluğu artıyor, Türkiye için de düşündüğümüzde ücretlilerin yarıdan fazlası asgari ücret ise bu böyle. Beyaz yaka için de bu şekilde ama en riskli grup yine de erken yetişkin olan grup, çünkü dediğim gibi yoksulluğun birikmesine yol açıyor. Erken yetişkin grubun bu noktada daha merkezi bir yerde olması gerekiyor, çünkü bu sosyal koruma sistemlerinin dışında bir yaşam kurmak demek çok belirsiz bir yaşam demek. Emeklilik sistemine dahil değilsin, sağlık sistemine dahil değilsin. Aslında erken yetişkinlik sadece iş piyasasına katılmakla olmuyor ki, evleniyor çocuk sahibi oluyor. Ondan sonra kendi ailesinden aldığı koşulları yeni üreteceği aileye de aktarma riski artıyor.
Hande Büyüknisan: Bir kitap vardı “Nöbetleşe Yoksulluk” diye…
Kezban Çelik: Evet, eski göçmenlerin yoksulluğu devredebilme şansları vardı ama böylesi bir durumda devredemiyor da. Aslına bakarsan bir miktar Suriyeli gençlere devredildiğini gösteriyor durum, özellikle de enformel sektör için. Tabii emek göçü değildi mültecilerin durumu ama artık 10 sene sonra emek göçüne dönüştü. Dolaysısıyla da yerli iş gücü piyasasında bir motivasyon krizi de üretilmiş oldu. Gerçekten de asgari ücretin altında, yoğun emek gerektiren, çok uzun saatler çalışma şeklinde olan işlere gençler eğer direnebiliyorlarsa ki direndikleri yer de işsizlik aslında... Başka bir yolu yok ya çalışan yoksul olacak ya işsiz olacak. Ama belli bir yaşa gelip işsiz olmanın bedeli de yani bu direnmenin maliyeti de yüksek. Bir seçim yapmak gerekiyor ve iki ucu da gençler açısından farklı dolayımlarla da olsa onları büyütmüyor, onların modern dünyanın kurduğu anlamda bağımsız, kendi kendine yeten, kendi kararlarını alabilen otonom bireyler olmalarını engelliyor.
Hande Büyüknisan: Değinmek istediğim nokta var: NEET ile ilgili Türkiye için en azından o gruba dair bilgimiz yok aslında. Çalışmayan, okumayan, eğitim de olmayan ve çoğunlukla da kadın olduğundan bahsetmiştiniz bir çalışmanızda. Burada cinsiyet farklılıklarına da değinebiliriz. Bu konuda çok bir bilgimiz yok. Genç olarak bile tanımlamıyoruz, belki de görmediğimiz için kendi parasını kazanmadığı için…Siz ne söylemek istersiniz.
Kezban Çelik: Gençlikte olduğu gibi aslında NEET de bir tanım vermiyor bize, nerede olmadıklarını söylüyor. İstihdamda değiller eğitimde değiller. Ne demek bu? Kavram da aslında muğlak bir kavram ve bile isteye işsiz dememek için bir torba, bir çuval… Ne olduğunu bilmediğin bir şeylerle mücadele edemezsin onunla ilgili politikalar belirleyemezsin, takip edemezsin. Yani bir şey yapmamanın aracı gibi geliyor. Bu kategorinin içine bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Kimlerden oluştuğunu. Mesela sanat faaliyetleriyle uğraşıp iş piyasasına katılmak istemeyen, evlenmiş çocuğunu büyütmek isteyen bir kadın, okulu terk etmiş okumaya devam etmek istemeyen bir kadın veya erkek. Burası aslında birçok şeyin atıldığı bir yer.
Ama böyle daha ciddi anlamda baktığımızda da şöyle bir ayrımı çok kolay görüyoruz. Bu 1990’ların ortasında İngiltere’de üretilmiş bir kavram ve daha çok aslında 16-18 yaş arası zorunlu eğitimde olması gerekirken, eğitimde olmayan drop-outlar için üretilmiş bir kavram. Yani 18 yaşın altında çocuk, onlara işsiz diyemiyor, okuldan terk sonuçta. Yani ne yapacağını bilemediği bir kategori olarak ortaya çıkıyor. Gelişmiş dünya için bu istihdamda ve eğitimde olamama biraz erkeklerin meselesi gibi görünüyor. Gelişmekte olan dünyada daha çok bir kadın deneyimi gibi görüyor. Yani bu eğitimde ve istihdamda olmamayı kavram olarak önemli olduğunu düşünüyorum ama operasyonelize edilmemiş bir kavram. Operasyonelize edebilmemiz için de ayrı ayrı bu kategorileri görmemiz ve tanımlamamız gerekiyor. Mesela eğitimde ve istihdamda olmayan ev kadınları. Bu bir kategori. Ya da genç çocuk sahibi ev kadınları diye tanımlayabilirsek o zaman bunların neden eğitimde ve istihdamda olmadıklarına ilişkin meseleyi operasyonelize edebiliriz. Ne olmadıklarını söyleyebiliyoruz ne olmadıklarını söyleyebilmek de önemli ama ondan sonra ne yapacağımız buranın adını koymakla ilgili. Bu bir tercih gibi görünüyor, eğitimde değil istihdamda değil, paşa gönlü öyle istiyor? Öyle değil ama giremeyenler var, mutlaka girmek istemeyen de vardır. Biz aslında buranın bir kadın meselesi olduğunu ve bunun sadece eğitim ve istihdama bakarak anlaşılamayacağını iddia ediyoruz. Çünkü bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ürettiği bir sonuç.
“Hem eğitim başarısızlığı hem istihdama katılım başarısızlığı bireyselleştirilemez. Bu tanımlamalar genci sorumlulaştırıyor ve kendilerini suçlu hissetmelerine sebebiyet veriyor.”
Hande Büyüknisan: Yine neoliberal bağlamda kendi suçu aslında; kamusal eksiklikleri, toplumsal belli olmayışları kişisel suçmuş gibi gösterme var…
Kezban Çelik: Evet evet, tercihmiş gibi. Individualization of responsibility (sorumluluğun kişiselleştirilmesi) denilen olay bu. Sorumluluğun bireyselleştirilmesi aslında bu eğitimde ve istihdamda olmama halini bireyselleştiriyor. Ama bu bireysel bir mesele değil, en başta konuştuğumuz gibi eğitime katılma, nerede katılabildiğin, ne kadar eğitim alabildiğin, akademik olarak başarılı olma... Bunlar o kadar aileye bağlı ki… Bütün o seçme sınavlarını orta sınıf hazırlıyor. Orta sınıfın dışından gelen çocuklar o terminolojiyi bile bilmiyor. Yani sen eşit şartlara sahipler arasında bir sınav mı yapıyorsun? Dolayısıyla hem eğitim başarısızlığı hem istihdama katılım başarısızlığı bireyselleştirilemez. Mutlaka bireysel ögeler vardır ama bir kategori olarak bireyselleştirilemez. Bu tanımlamalar genci sorumlulaştırıyor ve kendilerini suçlu hissetmelerine sebebiyet veriyor.
Hande Büyüknisan: Peki gençlerin yoksullaştırılmasını, istihdam sorunlarını düşünürsek bunun üzerinde şu anda Türkiye’deki siyasal belirsizliğin nasıl bir etkisi var?
Kezban Çelik: Siyaset çok önemli tabii, özellikle genç insanlar ve eğitimli iş gücü açısından. Son zamanlarda hem yetişkinlerde hem gençlerde beyin göçü tartışması var. Meritokrasinin işlememesi o kadar basit bir mesele değil. Bir aidiyet hissetmek, yaşadığın yerin meselelerini dert edinmek... Bütün bunlarla ilişkili bir mesele. Bunu yapamadığımızda ister NEET olsun ister yoksul olsun ister orta sınıf, ister ev genci olsun… Bu hepimizin ama özellikle genç insanların yaşadıkları yere aidiyet hissedebilmeleriyle ilgili. Yalnız hissetmemeleri, sadece aile olanaklarıyla yaşıyor olmayı mesele etme, yani kamusallığın buraya dahil olması buraya davet edilebilmesi... Sadece iş piyasasını iyi yürütmek için değil aslında bir arada yaşıyor olma bir şeyler yapmak üretmek istemeyle de çok yakından ilgisi var. Bütün bunların içerisinde örgütlenebilmek, kendini ifade edebilmek, haklarına sahip çıkabilmek gibi bütün katılımları destekleyebilen bir siyasi iklim çok önemli. Bizim son 10 yılımız aslında siyasi iklimin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu ülkeye, bu millete, bu topraklara bağını, birlikte yaşamaya toplum olmaya dair inançlarını kaybediyor insanlar. Gençlerle yapılan çalışmalarda ellerine fırsat geçse %80’i yurtdışına gitmek istiyor. Şimdi bu kadar yapısal bir meseleyi gençleri suçlayarak kapatabiliriz miyiz? %80 ne demek 100 gençten 80’i fırsat olsa burada yaşamak istemiyor. Bunu kendine dert edinecek bir siyasetin olması gerekiyor. Siyaset demek toplumsal olanla birlikte burayı yönetmek demek. Bu durum bunu yönetemediğini gösteriyor. Aslında siyasetin burayı yönetme gibi bir niyeti de yok, giden gitsin diyor. Böyle bir şey olamaz. Bu tabii küçük bir grubun tercihiyse bireylere bırakılabilir elbette, ama bu artık yapısal bir hal almış durumda. Bu noktada siyaset sorumluluğunu almıyor. Siyaset gence bir hikâye sunmuyor.
Hande Büyüknisan: En son bununla ilgili Besim Can Zırhın bir yazısını okumuştum. Bu beyin göçünü sadece yoksulluk ve ekonomik sebeplerle açıklayamayız. Bu duygusal bir göçtür diyordu.
Kezban Çelik: Kesinlikle katılıyorum. Niyetin ille fiilen olması gerekmiyor bence bu veri çok kaygı verici bir veri olmalı. Yani uygun fırsatı olduğunda gitmek istemek büyük bir umutsuzluğu gösteriyor. Gitmek istemek öyle sanıldığı kadar da kolay bir şey değildir.
Yazar Hakkında:
Profesör Dr. Kezban Çelik, TED Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde Öğretim Üyesidir. ODTÜ sosyoloji bölümünde doktorasını tamamlamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, toplumsal sınıf/statü ve toplumsal hareketliliğin ölçülmesi, göç (iç göç, geri göç, düzensiz göç, göçmen emeği, göçmen genç kızlar ve kadınlar) konularında çalışmaktadır. Farklı gençlik grupları, iş piyasasına katılım biçimleri ve özellikle kayıtsız sektörde çalışma konularında sosyolojik çalışmalar yürütmektedir. Çelik aynı zamanda İstanbul Gençlik Araştırmaları Merkezi Danışma Kurulu üyesidir.
Comments